"Metin Akbaba Röportajı" sayfasının sürümleri arasındaki fark

Güven Tarihçe sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
2. satır: 2. satır:
 
''Metin Akbaba – Resepsiyon''|
 
''Metin Akbaba – Resepsiyon''|
  
1980 yılında B Blok’ta başladım. O zaman iki katlıydı, beş katlı değildi. Son dört ve beşinci katı daha sonra yapıldı. İlk ismi Tahran Kliniğinden alındığında Küçükeller Hastanesi idi. 1979 yılında Güven Hastanesi oldu. Başladığımız zaman 26 tane personel vardı.  Ahmet Hocam Bursa Tıp Fakültesi’nde başhekim idi. Ankara’da özel hastane olarak bir tek Güven Hastanesi vardı. Çankaya Hastanesi kapalı ve eski ismi Akış hastanesiydi. Şimdi Ziraat Bankası Hastanesi oldu. Böyle başladık.
+
'''“Benim için su gibi aziz, ekmek gibi mübarektir Güven Hastanesi”'''
  
Kötü bir anım hiç olmadı. Bir aile içerisinde zaman zaman gülündü, zaman zaman üzülürdük, zaman zaman kaybettik, zaman zaman kazandık. Tek kötü anım ikisinin de zamansız ölümleridir. 64 yaşındayım. Ömrümün yarısından çoğu burada geçti.
+
İlk cümlelerinin 41 sene evvel yazılmaya başlandığı bir hikaye, Metin Akbaba’nın Güven hikayesi. Sevinçler, hüzünler, zamansız vedalar yaşandı bu hikayede; Güven Hastanesinin ilk adımlarını attığı yılların da cesaretle yürüdüğü yolların da tanığı oldu Metin Akbaba.  Güven’le bağını hiçbir zaman koparmayan Metin Akbaba’dan, Güven hikayesini dinledik.  
  
Çok yoğun bir tempoda çalışıyorduk. Tek özel hastaneydi. Sayacağım isimlerin çoğu rahmetlik oldu zaten; Ahmet Yağcıoğlu, İnanç Ayaz, Kenan Paşa, Fahrettin Alparslan Paşa bu isimler GATA’nın komutanlarıydı ve şuan aklıma gelmeyen birçok hekim ile çalıştık. Ahmet Bey zaman zaman gider gelirdi. Hastanenin tek kilit ismi Aysun Hanım’dı.
+
'''1-Güven Sağlık Grubunda çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?'''
  
B Blok’un hemen yanında o dönemin Dışişleri Bakanı Orhan Eren Bey’in apartmanı vardı. Yani şimdi bizim D Blok dediğimiz yer. Evleri D Blok’un 3. Katında evlerdi vardı. Kiracı olarak oturuyorlardı. Banu çok küçüktü ilkokula gidiyordu. Nüket’te ortaokul olsa gerek. Gülden Öğretmen vardı, ara sıra ben götürüp getirirdim Banu’yu.  
+
1980 yılında B Blok’ta başladım. O zaman burası iki katlıydı, beş katlı değildi. Son dört ve beşinci katı daha sonradan yapıldı. Tahran Kliniğinden alındığı zaman ilk ismi, Küçükeller Hastanesi idi. 1979 yılında “Güven Hastanesi” oldu. Başladığımız zaman 26 personel vardı. Ahmet Hoca’m Bursa Tıp Fakültesinde başhekim idi. Ankara’da özel hastane olarak bir tek Güven Hastanesi vardı. Çankaya Hastanesi kapalıydı ve eski ismi Akış hastanesiydi. Şimdi Ziraat Bankası Hastanesi oldu. Böyle başladık.  
  
Bir santralimiz vardı fişli. Eski filmlerdeki Alman santralleri gibi onlarla irtibat kurardık. Bu hattın bir ucu da Ahmet Hocamın oturduğu eve bağlıydı. Telefonu kaldırdıkları zaman A-K diye yazardı. Öyle iletişim kurardık.
+
'''2-Mesleğiniz ile ilgili bilgi verip, GSG’de unutamadığınız bir mesleki anınızı kısaca paylaşabilir misiniz?'''
  
Çalışanına değer veren, yemesine içmesine, kılığına kıyafetine çok değer veren insanlardı. 1980’li yıllarda çoğu devlet dairelerinde bile üç vardiya yokken biz hep 8 saat çalışırdık. Rahmetlik Aysun Hanım iki maaş tutarı ikramiye verirdi. Bir prensipleri vardı, çalışanlarının yakınlarının (anne-baba) bir ameliyatı söz konusu olduğu zaman kendi branşı olsun olmasın Ahmet Hocam yapar, yapamasa bile buraya gelen hekimler tarafından o ameliyatlar yapılırdı ve para talep edilmezdi.  
+
Çok yoğun bir tempoda çalışıyorduk. Tek özel hastaneydi. Sayacağım isimlerin çoğu rahmetlik oldu. Ahmet Yağcıoğlu, İnanç Ayaz, Kenan Paşa, Fahrettin Alparslan Paşa bu isimler GATA’nın komutanlarıydı ve şu an aklıma gelmeyen birçok hekim ile birlikte çalıştık. Ahmet Bey zaman zaman gelir giderdi. Hastanenin tek kilit ismi Aysun Hanım’dı.
  
Yavaş yavaş büyümeye başladık. 1984’lü yıllarda B Blok’un salonunun yarısında Kemal Beyazıt Bey toplantılar yapılırdı. Şuan A Blok olan yerin geleceği konuşulurdu. Burası boş bir arsaydı. Yani gün gelecek Kardiyoloji alanında bir çağ atlanacak, çok büyük bir atılım yapılacak, çok büyük hastaneler inşa edilecek, bırakın yurtiçini yurtdışından hastalar buraya gelecek denildiğinde biz sadece bakar, bir anlam da veremezdik. O zamandan bu projeler düşünülmüştü. Ahmet Bey ve Aysun Hanım oldukları günü değil hep ilerisini düşünürlerdi.
+
B Blok’un hemen yanında, o dönemin Dışişleri Bakanı Orhan Eren Bey’in apartmanı vardı. Yani şimdi bizim D Blok dediğimiz yer. Evleri D Blok’un 3. katındaydı. Kiracı olarak oturuyorlardı. Banu çok küçüktü, ilkokula gidiyordu. Nüket de ortaokul olsa gerek. Gülden Öğretmen vardı, ara sıra ben götürüp getirirdim Banu’yu.  
  
Burası boş bir arsa iken apartman yaptırıldı. Yapım aşamasında tüm katları doktor muayenehaneleri olarak düşünüldü. Amaç ise Kuğulu Park’ta bulunan doktorlar grubunun tamamının buraya gelmesiydi. Böyle bir proje bu da gerçekleştirildi. Belli bir zaman sonra TRT’ye bırakıldı.  
+
Bir santralimiz vardı, fişli. Eski filmlerdeki Alman santralleri gibi onlarla irtibat kurardık. Bu hattın bir ucu da Ahmet Hoca’mın oturduğu eve bağlıydı. Telefonu kaldırdıkları zaman A-K diye yazardı. Öyle iletişim kurardık. Benim önümde bir fişli santral, masanın üzerinde yatan hasta defteri; telefona bakacaksın, hastayı yatıracaksın, oraya işleyeceksin, doğum raporunu hazırlayacaksın, ölen hastanın ölüm tutanaklarını tutacaksın, arşiv dosyalarını hazırlayacaksın, ameliyat randevularını alacaksın… Mutluyduk. İnsanlar kalben birbirine çok yakındı. Her şey karşılıklı yapılırdı.
  
Burası gündeme geldiği zaman daha buraya kazma vurulmadan bu hastane içerisinde ilerde lazım olabilecek tüm tıbbi malzemelerin listeleri çıkartıldı ve peyderpey rahmetlik Aysun Hanım ile ben, 1991 yılından itibaren bana verilen vekâletname var. Bu hastanenin ithalatında ben görevlendirildim. Gelen tüm tıbbi malzemelerin, uçak yoluyla Esenboğa’dan, tır gümrüğü ile Şaşmaz’dan, İstanbul, Mersin gelen tüm malzemeleri peyderpey getirmeye başladık.  
+
Aysun Hanım ve Ahmet Bey çalışanına değer veren, çalışanlarının yemesine içmesine, kılığına kıyafetine çok değer veren insanlardı. 1980’li yıllarda çoğu devlet dairelerinde bile üç vardiya yokken biz hep 8 saat çalışırdık. Rahmetlik Aysun Hanım iki maaş tutarı ikramiye verirdi. Bir prensipleri vardı, çalışanlarının yakınlarının (anne-baba) bir ameliyatı söz konusu olduğu zaman kendi branşı olsun olmasın Ahmet Hoca’m yapar, yapamasa bile buraya gelen hekimler tarafından o ameliyatlar yapılırdı ve para talep edilmezdi.
 +
Burası boş bir arsa iken apartman yaptırıldı. Yapım aşamasında tüm katlar, doktor muayenehaneleri olarak düşünüldü. Amaç ise, Kuğulu Park’ta bulunan doktorlar grubunun tamamının buraya gelmesiydi ve bu da gerçekleştirildi. Belli bir zaman sonra TRT’ye bırakıldı. Daha buraya kazma vurulmadan, bu hastane içerisinde ileride lazım olabilecek tüm tıbbi malzemelerin listelerini rahmetlik Aysun Hanım ile peyderpey birlikte çıkarttık. 1991 yılından itibaren bana verilen vekâletname var. Bu hastanenin ithalatında ben görevlendirildim. Gelen tüm tıbbi malzemelerin, uçak yoluyla Esenboğa’dan, tır gümrüğü ile Şaşmaz’dan, İstanbul ve Mersin’den gelen tüm malzemeleri peyderpey getirmeye başladık. Tuzcuoğlu Nakliyat’tan büyük bir hangar tuttuk. Bu hastane daha beton halindeyken hastanenin %80 tıbbi malzemeleri bir depoda hazır olarak tutuluyordu.  
  
Tuzcuoğlu Nakliyat’tan büyük bir hangar tuttuk. Bu hastane daha beton halindeyken hastanenin %80 tıbbi malzemeleri bir depoda hazır olarak tutuluyordu.
+
B Blokta, şimdiki ameliyathanenin olduğu yer terastı. Hasta yakınları, ameliyatta olan hastalarının haberini almak için o balkonda dururlardı. Daha sonra o balkon ameliyathaneye ilave edildi. Yağmur yağdığı zaman akardı, her yere sekiz on tane kova koyardık. Patır patır akardı. Jeneratör yoktu. Elektrik kesildiği zaman her katta lüks yakardık. Çok zor şartlar altında, çok yüksek tempoda çalışırdık. 1980’li yıllarda 20-25 ameliyat olduğunu düşünün. Aysun Hanım gelmeden telefon açar, “Metin odama hasta aldın mı?” diye sorardı. Başhekim odasında seyyar bir yatak ile doğum, apandisit, ortopedi, trafik kazası hastası yatardı ve taburcu olurdu. Öyle çalıştık biz. Bir muhasebemiz vardı. Muhasebe müdürü Şahap Bey vardı. O da telefon açar, “Çocuklar benim odaya hasta aldınız mı?” diye sorardı; oraya da hasta alırdık. Radyoloji bölümünde röntgen çekilen yerde bile hastanın yatırıldığı zamanlar olmuştur.
Aysun Hanım iyi bir anne, dünyanın en güzel annesi, iyi bir doktor, iyi bir başhekim dünyanın en güzel başhekimi. Aysun Hanım hayatının %90’ını insanlara adamış bir insan. Hatta %95 ini. Başımızda bizim biz anamız gibiydi. İnsan kılığında bir melekti.  Yemekhanede personel yemek dağıtırken, Aysun Hanım bazen gelir yanında dururdu. Hiç kötü yemek çıkmadı ki evimizde yemediğimiz yemekleri biz hep burada yedik. Yemekleri kepçe ile dökerlerken, birden sinirlenirdi. Usta oğlum şu ekmek verdiğin, yemek verdiğin adamın yüzüne bir bakar mısın, bununla doyar mı bu çocuk. Doldursana tabakları derdi.
+
Ahmet Hocam tam bir disiplin abidesi: sert, otoriter, kafasına koyduğunu anında yapan ama kısa süre içerisinde olmasını isteyen birisi. Çok şık giyinen, çok kibar konuşan, tam yöresinin insanı ama çok sert, çok asabi, çok disiplinli biriydi. Öyle birini bulmak da mümkün değil. Keşke mezardan çıksa da o asabi, o disiplini ile iki tokat atsa yine yaşasa karşımda otursaydı. O disiplin olmasaydı bunlar gerçekleşmezdi. Yağmur yağdığı zaman B Blok 3 katlı blokta inanın şimdiki ameliyathanenin olduğu yer terastı. Hasta yakınları ameliyatta olan hastalarının haberini almak için o balkonda dururlardı. Daha sonra o balkon ameliyathaneye ilave edildi. Yağmur yağdığı zaman akardı, her yere sekiz on tane kova koyardık. Patır patır akardı. Jeneratör yoktu. Elektrik kesildiği zaman her katta lüks yakardık. Çok zor şartlar altında i çok yüksek tempoda çalışırdık. 1980’li yıllarda 20-25 ameliyat olduğunu düşünün. Aysun Hanım gelmeden telefon açardı. Metin odama hasta aldın mı diye. Başhekim odasında seyyar bir yatak ile doğum hastası, apandisit hastası, ortopedi hastası, trafik kazası hastası orada yatardı ve taburcu olurdu. Öyle çalıştık biz. Bir muhasebemiz vardı. Muhasebe müdürü Şahap Bey vardı. O da telefon açar sorardı, çocuklar benim odaya hasta aldınız mı diye, oraya da hasta alırdık. Radyoloji bölümünde röntgen çekilen yerde bile hastanın yatırıldığı zamanlar olmuştur. Aysun Hanım gece yarılarına kadar bu hastanenin her şeyiyle girdisi ile çıktısıyla hekimi ve personeli, geleceğiyle gideceğiyle mutlu günlerinde, bayramlarda, yılbaşında her şeyiyle çok yakından ilgilenen biriydi. İnsan kılığında bir melek, başka bir şey anlatamam yani böyle bir insanla çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Ana-oğul ilişkimiz vardı.
+
'''3-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel sizin için ne ifade ediyor?'''
  
Aysun Hanım her insana güvenen biri değildi. İnsanın gözüne baktığı zaman yüreğinden geçen her şeyi anında anlardı. Başarıya ödül, suça ceza misali fakat çok adil bir insandı. Evlerinin kasa anahtarı bende dururdu.  
+
Aysun Hanım iyi bir anne, dünyanın en güzel annesi; iyi bir doktor, iyi bir başhekim, dünyanın en güzel başhekimi. Aysun Hanım hayatının %90’ını insanlara adamış bir insan. Hatta %95 ini. Başımızda bizim anamız gibiydi. İnsan kılığında bir melekti. Yemekhanede personel yemek dağıtırken, Aysun Hanım bazen gelir personelin yanında dururdu. Hiç kötü yemek çıkmadı ki, evimizde yemediğimiz yemekleri biz hep burada yedik. Yemekleri kepçe ile dökerlerken, birden sinirlenir, “Usta oğlum, şu ekmek verdiğin, yemek verdiğin adamın yüzüne bir bakar mısın, bununla doyar mı bu çocuk? Doldursana tabakları.” derdi.
 +
Aysun Hanım ve Ahmet Bey tarafından çok güzel işlendim. İşte sadakat, düzen hepsini buradan öğrendim. Her şeyin en iyisi bir insanda mümkün olabilir mi? Aysun Hanım’da vardı. Cennetin bir köşesinde, arkadaşları meleklerle vakit geçiriyor. Ben kendi öz annemde görmediğim yakınlığı, düşünceyi rahmetli Aysun Hanım’dan gördüm. Evladıydık biz onun. Dünyanın en sabırlı insanıydı.
  
Bir öğretmenin oğlu trafik kazası geçirmiş, yoğun bakımda yatıyordu. Taburcu olacaklardı, hastane masraflarına parası yetmedi. Öğretmeni aldım, Aysun Hanım’ın yanına getirdim durumu izah ettim.  Beyefendi ödemeyeceğini söyledi daha sonra ödeyeyim diyor dedim. Buyurun oturun dedi, ne iş yaparsınız diye sordu, beyefendiyi güzelce dinledi ve Metin hasta taburcu olsun, bu beyefendiden para almayacaksınız dedi. Efendim olmaz diye cevap verdi yok olmaz dedi. Efendim bir şekilde senet yapabiliriz bir zaman sonra gelir öderim dedi, Aysun Hanım sıkıntı yok dedi. Ben size bir şey söyleyebilir miyim dedi Aysun Hanım’, buyurun dedi, “hani parası olan insanlar rezervasyon yaptırır, lokantaya, tatil beldelerine, Allah’ta sizin için bir yerde rezervasyon yaptırmış” dedi. Nerede dedi fakat şaşırdık ne diyecek acaba diye bekliyoruz. “Cennette Doktor Hanım cennette” dedi. Bunu zaman zaman rüyalarımda da görüyorum.  
+
Ahmet Bey, Ağrı Dağı gibi bir insan, keşfedilmesi çok zor ama dünyanın en tatlı insanı. Yüreğinde yumurta zarı kadar kötülük olmayan bir insandır. Bunun dışında, “Hocam benim bir sıkıntım var.” desek anında çözer, hemen sahiplenir. İkisini de çok özlüyorum, çok arıyorum.  
 +
Ahmet Hoca’m tam bir disiplin abidesiydi. Sert, otoriter, kafasına koyduğunu anında yapan ve kısa süre içerisinde olmasını isteyen; çok şık giyinen, çok kibar konuşan, tam yöresinin insanı ama çok sert, çok disiplinli biriydi. Öyle birini bulmak da mümkün değil. Keşke mezardan çıksa da o disiplini ile yine yaşasa, karşımda otursaydı. O disiplin olmasaydı bunlar gerçekleşmezdi.  
  
Anlatacak o kadar çok şey var ki, 64 yaşımın yarısından çoğu burada geçti. Aileden biri gibiydik. Bundan da hep gurur duydum. Her yılbaşı B Blok yemekhanesinde toplanırdık. Bir sıkıntı olduğu zaman Aysun Hanım anaç tavuk misali hepimize kol kanat altına alırdı.  
+
Aysun Hanım gece yarılarına kadar bu hastanenin girdisiyle çıktısıyla, hekimi ve personeliyle, geleceğiyle gideceğiyle; mutlu günlerinde, bayramlarda, yılbaşında kısacası her şeyiyle çok yakından ilgilenen biriydi. İnsan kılığında bir melekti. Başka bir şey anlatamam, böyle bir insanla çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Aysun Hanım ile ana-oğul ilişkimiz vardı. Aysun Hanım her insana güvenen biri değildi. İnsanın gözüne baktığı zaman yüreğinden geçen her şeyi anında anlardı. Başarıya ödül, suça ceza misali fakat çok adil bir insandı. Evlerinin kasa anahtarı bende dururdu.  
  
Ahmet Bey, Bursa Tıp Fakültesi’nden Ankara Hastanesi’ne Klinik şefi olarak geldi. Uzun süre orada çalıştı.  
+
Adillerdi, herkesin hakkını verirlerdi. Kul hakkı yemediler. Hep ileriyi düşünerek hareket ederlerdi. Kitaplarında bugün yoktu. Beyinde, zekâda, düşüncede bunları nasıl bir araya getiririz, neler yaparız diye uğraşırlardı. Hep yenilikten yanalardı. B Blok yanında personelin çay içtiği yerde bir kapak vardır. O kapağı kaldırdığınız zaman su deposu görürsünüz. Ankara’da bir zamanlar çok sık su kesintileri olurdu. B Blok salonun orası da su deposudur, bunları hep Ahmet Hoca’m yaptırdı.
 +
Doktor Hanım sinirlendiği zaman da iyi sinirlenirdi. Öyle bir karakter yapısı var ki,  çok fazla bağırmadan iki kelime söylerdi. O iki kelime ile bir tır dolusu yumruk yemiş gibi olurdunuz ama kin gütmezdi. Ahmet Hoca’m da öyle bağırır, çağırır, tavanlardan toprak dökülür ama 10 dakika sonra, “Yavrum gel hele buraya.” derdi. Başka türlü bu insanları bir arada tutamazsınız. Güven Hastanesi bu yüzden çok disiplinli.
  
Aysun Hanım’ı çok arıyorum. Fakat giden geri gelmiyor. Hayatımda öğrendiklerimin %95’ini Aysun Hanım’dan öğrendim. Oğlum insanlar diliyle konuşur, ses tonuyla konuşur. Siz gözünüzle konuşun, mimiklerinizle konuşun, yüzünüzdeki tebessüm ile konuşun. Bakın bu kapıdan giren insanların size çok ihtiyacı var.
+
Aysun Hanım karakterinde bir insan yok. Benzeri vardır ancak o karakterde başka birinin dünyaya gelmesinin mümkünü yok. Çok asil, kibar, giydiği yakışır, sesi yakışır, saçı yakışır… Her şeyiyle sevgi dolu bir insandır. Bir o kadar da alçak gönüllü bir insandır. Personelin arasına girer, ekmeği koparır, tabağına batırır yer, “Öğrenin çocuklar.” derdi. “Bir iş yaparken hepinizin başına her an her şey gelebilir. Öğrenmekte ısrarlı olun, mutlaka öğrenin.” derdi.  
  
Adillerdi, herkesin hakkını verirlerdi. Kul hakkı yemediler. Hep ileriyi düşünerek hareket ederlerdi. Kitaplarında bugün yoktu. Beyinde, zekâda, düşüncede bunları nasıl bir araya getiririz, neler yaparız, hep yenilik. B Blok yanında personelin çay içtiği yerde bir kapak vardır. O kapağı kaldırdığınız zaman su deposu vardır. Ankara’da bir zamanlar çok sık su kesintileri olurdu. B Blok salonun orası da su deposudur, bunları hep Ahmet Hocam yaptırdı.
+
'''4-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile olan bir anınızı kısaca anlatabilir misiniz?'''
  
Doktor Hanım sinirlendiği zaman da iyi sinirlenirdi. Öyle bir karakter yapısı var ki çok fazla bağırmadan iki kelime söylerdi. O iki kelime ile bir tır dolusu yumruk yemiş gibi olurdunuz ama kin gütmezdi. Ahmet Hocam da öyle bağırır, çağırır, tavanlardan toprak dökülür ama 10 dakika sonra yavrum gel hele buraya derdi. Başka türlü bu insanları bir arada tutamazsınız. Güven Hastanesi bu yüzden çok disiplinli.
+
Bir öğretmenin oğlu trafik kazası geçirmiş, yoğun bakımda yatıyordu. Taburcu olacaklardı, hastane masraflarına parası yetmedi. Öğretmeni aldım, Aysun Hanım’ın yanına getirdim ve durumu izah ettim.  “Beyefendi ödemeyeceğini söyledi, daha sonra ödeyeyim.” diyor dedim. “Buyurun, oturun, ne iş yaparsınız?” diye sordu. Beyefendiyi güzelce dinledi ve “Metin, hasta taburcu olsun. Bu beyefendiden para almayacaksınız.” dedi. Adamcağız itiraz etti, “Efendim olmaz, senet yapalım, bir süre sonra öderim.” dedi ama Aysun hanım kabul etmedi. Adam ekledi, “Ben size bir şey söyleyebilir miyim? Hani parası olan insanlar rezervasyon yaptırır; lokantaya, tatil beldelerine. Allah’ta sizin için bir yerde rezervasyon yaptırmış.” dedi. Şaşırdık, ne diyecek acaba, diye bekliyoruz. “Cennette Doktor Hanım cennette.” dedi. Bunu zaman zaman rüyalarımda da görüyorum.  
  
Aysun Hocam çok adil, haksızlığa hiç gelemeyen bir insandır. Bir gün; bir hekim bir hastayı yatırmış, o zamanın parasıyla 50 lira tutmuş, sonrasında muhasebede 500 lira tuttuğunu görünce doktoru çağırıp neden böyle oldu benim çalıştığım hastanede böyle şeyler olmaz. Benim olduğum hastaneye gelme dediğini bilirim. Yurdun her yanından insanlar gelip gidiyor buraya tabii ki Aysun Hanım’ın da kızdığı zamanlar vardır. Gelir geçerdi. Hiçbir şeyi de unutmayan bir insandı. Askere giden personeline her ay olmasa bile aralıklarla para gönderirdi. Verilen her davetiyeye giderdi. Cenazesi olan her personelin cenazesine mutlaka giderdi. Mutlaka yemek gönderirdi. Benim bir aylık senelik iznim var. Bir dilekçe yazardım, senelik iznimden 15 günün ücretini alabilir miyim derdim. Aysun Hanım okurdu, aynı gün muhasebeye giderdim. 15günlük izin parasını alırdım. Geri kalan 15 gün ile de tatil yapar gelirdim.
+
Anlatacak o kadar çok şey var ki… Kötü bir anım hiç olmadı. Bir aile içerisinde zaman zaman gülerdik, zaman zaman üzülürdük; zaman zaman kaybettik, zaman zaman kazandık. Tek kötü anım, ikisinin de zamansız ölümleridir. 64 yaşımın yarısından çoğu burada geçti. Aileden biri gibiydik. Bundan da hep gurur duydum. Her yılbaşı B Blok yemekhanesinde toplanırdık. Bir sıkıntı olduğu zaman Aysun Hanım, anaç tavuk misali hepimizi kolu kanadı altına alırdı. Aysun Hanım’ı çok arıyorum. Fakat giden geri gelmiyor. Hayatımda öğrendiklerimin %95’ini Aysun Hanım’dan öğrendim. “Oğlum insanlar diliyle konuşur, ses tonuyla konuşur. Siz gözünüzle konuşun, mimiklerinizle konuşun, yüzünüzdeki tebessüm ile konuşun. Bakın bu kapıdan giren insanların size çok ihtiyacı var.” derdi.  
  
Aysun Hanım karakterinde bir insan yok. Benzeri vardır ancak o karakterde başka birinin dünyaya gelmesinin mümkünü yok. Çok asil, kibar, giydiği yakışır, sesi yakışır, saçı yakışır her şeyi sevgi dolu bir insandır. Bir o kadar da alçak gönüllü bir insandır. Personelin arasına girer, ekmeği koparır, tabağına batırır yer, hep öğrenin çocuklar derdi, bir iş yaparken hepinizin başına her an her şey gelebilir. Öğrenmekte ısrarlı olun mutlaka öğrenin derdi.  
+
Aysun Hoca’m çok adil, haksızlığa hiç gelemeyen bir insandı. Bir gün; bir hekim, hastayı yatırmış, o zamanın parasıyla 50 lira tutmuş. Sonrasında Aysun Hanım, muhasebede 500 lira tuttuğunu görünce doktoru çağırıp doktora, “Neden böyle oldu? Benim çalıştığım hastanede böyle şeyler olmaz. Benim olduğum hastaneye gelme.” dediğini bilirim. Yurdun her yanından insanlar gelip gidiyor buraya. Tabii ki Aysun Hanım’ın da kızdığı zamanlar vardı fakat gelir geçerdi. Hiçbir şeyi de unutmayan bir insandı. Askere giden personeline her ay olmasa bile aralıklarla para gönderirdi. Verilen her davetiyeye giderdi. Cenazesi olan her personelin cenazesine mutlaka gider, mutlaka yemek gönderirdi. Benim bir aylık senelik iznim var. Bir dilekçe yazardım, “Senelik iznimden 15 günün ücretini alabilir miyim?” derdim. Aysun Hanım okurdu, aynı gün muhasebeye giderdim. 15 günlük izin parasını alırdım. Geri kalan 15 gün ile de tatil yapar, gelirdim.
  
Ben trafik kazası geçirdim, ayağım kırıldı. Ameliyatıma Aysun Hanım girdi. 45 gün sonunda iki koltuk değneği ile ben yine elimde çantam ile çeşitli yerlere gidip geldim o şekilde hizmete devam ettim. Duramadım. Çalışmadığım zamanlarda bile benim paramı gönderdiler. Şuan yediğim her lokmamı Aysun Hanım ve Ahmet Bey’e borçluyum. Benim için su gibi aziz ekmek gibi mübarektir Güven Hastanesi.  
+
Bir gün trafik kazası geçirdim ve ayağım kırıldı. Ameliyatıma Aysun Hanım girdi. 45 gün sonunda, iki koltuk değneği ve yine elimde çantam ile çeşitli yerlere gidip geldim. O şekilde hizmete devam ettim. Duramadım. Çalışmadığım zamanlarda bile benim paramı gönderdiler. Şu an yediğim her lokmamı Aysun Hanım ve Ahmet Bey’e borçluyum.
  
Benim önümde bir fişli santral, masanın üzerinde yatan hasta defteri, telefona bakacaksın, hastayı yatıracaksın, oraya işleyeceksin, doğum raporunu hazırlayacaksın, ölen hastanın ölüm tutanaklarını tutacaksın, arşiv dosyalarını hazırlayacaksın, ameliyat randevularını alacaksın. Mutluyduk. İnsanlar kalben birbirine çok yakındı. Her şey karşılıklı yapılırdı.
+
1996 yılında emekli oldum. Şu an oturduğum evi satın alacaktım. 200 lira kadar bir para bulmam lazım, dalgın dalgın dolaşıyordum. Rahmetli Aysun Hoca’m “Metin bir gelir misin? Senin bir sıkıntın mı var?” diye sordu. “Evle mi yoksa burasıyla ilgili bir sıkıntı mı? Sende bir şey var. Söyle bakalım, ben seni tanımaz mıyım?” diye ekledi. Durumu anlattım, “Peki, Ahmet ile görüşeyim sana borç para verelim.” dedi. Ertesi gün işe geldim. Beni yanına çağırdı, çantasından bir şey arıyordu. “Bana kibrit bul gel.” dedi. Getirdim, “Ben seni niye çağırmıştım?” dedi. “Hocam evle ilgili konuşmuştuk.” dedim, hatırladı. “Ahmet ile görüştüm, Metin sana borç para vermeyeceğiz.” dedi. Ben bir iki adım geri attım, arkamdan, “Buraya gel!” diye bağırdı. “Hocam, Ahmet Bey ile görüştüğünüzü, borç para veremeyeceğinizi söylediniz.” dedim. “Oğlum borç para vermeyeceğim dedim. Para vermeyeceğim demedim. Ahmet Ağabeyin ile görüştüm, bize çok emeğin var, çocuklarda çok hakkın var. Şu çeki al lütfen.” dedi.  300 milyon liralık çek. Sene 1996, bugünün parası ile düşünün neye denk gelir. “Bir şartla veriyorum, tapunu getireceksin ve ben göreceğim.” dedi. Bunu unutabilir miyim? Emekliliğimden 10 yıl sonra kızımı evlendirecektim. Emekli olduktan sonra 19 yıl daha çalıştım. Kızım da burada halkla ilişkiler biriminde çalışıyordu. “Aysun Hanım ben emekli oldum, tazminat alma hakkım var mı?” diye sordum. “Ne yapacaksın?” diye sordu.  “Kızım evlenecek, birikmiş param yok.” dedim.  Muhasebe birimiyle görüştü, “Eşini getir.” dedi. Yani her işi çok sağlıklı, her işi çok emin olarak yapan biriydi. Bana güvenmediğinden değil tabii ki. Eşimi aldım ve hastaneye geldim. “Kızımızı evlendireceğiz.” dedi eşim.  Aysun Hanım “Peki” dedi. Aradan bir süre geçti, unutuldu. Nüket Hanım yurtdışından geldi, hoş geldin demeye gittim. “Hayırlı olsun, kızını evlendirecekmişsin.” dedi. “Evlendireceğiz ama bakalım.” dedim. Aysun Hanım, “Sen hala tazminatını almadın mı, neden istemedin?” dedi. Hemen muhasebeyi aradı, “Metin’in parasını hazır edin.” dedi. Bu iyilik unutulur mu?
  
1996 yılında emekli oldum, şuan oturduğum evi satın alacaktım. 200 lira kadar bir para bulmam lazım dalgın dalgın dolaşıyordum. Rahmetli Aysun Hocam Metin bir gelir misin dedi ve beni yanına çağırdı. Senin bir sıkıntı mı var diye sordu. Evle ilgili bir sorun mu dedi yok hocam dedim burayla ilgili bir sıkıntı mı diye sordu. Sende bir şey var söyle bakalım, ben seni tanımaz mıyım dedi. Hocam durum böyle dedim. Peki, Ahmet ile görüşeyim sana borç para verelim dedi. Ertesi gün işe geldim. Beni yanına çağırdı, çantasından bir şey arıyordu. Bana kibrit bul gel dedi. Getirdim, ben seni niye çağırmıştım dedi hocam evle ilgili konuşmuştuk dedim hatırladı. Ahmet ile görüştüm Metin sana borç para vermeyeceğiz dedi. Ben bir iki adım geri attım, arkamdan buraya gel diye bağırdı. Hocam Ahmet Bey ile görüştünüz borç para veremeyeceğiniz söylediniz. “oğlum borç para vermeyeceğim dedim. Para vermeyeceğim demedim.Dedi Ahmet Ağabeyin ile görüştüm, bize çok emeğin var, çocuklara çok hakkın var. Şu çeki al lütfen dedi. Üç yüz milyon liralık çek sene 1996 bugünün parası ile düşünün neye denk gelir. Bir şartla veriyorum, tapunu getireceksin ve ben göreceğim dedi. Bunu unutabilir miyim? Emekliliğimden 10 yıl sonra kızımı evlendirecektim. Emekli olduktan sonra 19 yıl daha çalıştım. Kızım da burada halkla ilişkiler biriminde çalışıyordu. Aysun Hanım ben emekli oldum, tazminat alma hakkım var mı diye sordum. Ne yapacaksın diye sordu, kızım evlenecek birikmiş param yok. Muhasebe birimiyle görüştü, eşini getir dedi.  Yani her işi çok sağlıklı, her işi çok emin olarak yapan, bana bir kuşku duyduğundan değil ama insanoğlu şaşabilir. Ben eşimi aldım ve hastaneye geldim. Kızımızı evlendireceğiz dedi eşim Aysun Hanım peki, dedi. Aradan bir süre geçti unutuldu. Nüket Hanım yurtdışından geldi, hoş geldin demeye gittim. Hayırlı olsun, kızını evlendirecekmişsin dedi. Evlendireceğiz ama bakalım dedim. Aysun Hanım sen hala tazminatını almadın mı, neden istemedin dedi. Hemen muhasebeyi aradı Metin’in parasını hazır edin dedi. Bu iyilik unutulur mu?
+
Ramazanda onları telefonla arayıp sahura kaldırırdım. Aradan zaman geçer, “eve gelsene” derdi. Yediklerinden hiç ayırt etmeksizin tepsi içerisine koyar, “Kaç kişisiniz oğlum?” diye sorar, “Bunu bölüşün.” derdi.
  
Ramazanda sahura kaldırırdım onları telefonla, aradan zaman geçer, eve gelsene derdi. Yediklerinden hiç ayırt etmeksizin tepsi içerisine koyar, kaç kişisiniz oğlum diye sorar bunu bölüşün derdi.
+
'''5-Güven Hastanesi sizin için ne ifade ediyor?'''
  
Ahmet Bey sert, asabi, Ağrı Dağı gibi bir insan keşfedilmesi çok zor ama dünyanın en tatlı insanı. Yüreğinde yumurta zarı kadar kötülük olmayan bir insandır. Bunun dışında hocam benim bir sıkıntım var desek anında çözer, hemen sahiplenir. İkisini de çok özlüyorum, çok arıyorum. Bu oluşumda baş mimar Aysun Hanımdır, sonra Ahmet Beydir. Bu hastanenin açılışını dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yaptı. Epeyce bir kalabalık vardı. Ahmet Beyin hakkı ödenmez ama bu hastane Aysun Küçükel Hanımefendinin eseridir dedi.
+
Benim için su gibi aziz, ekmek gibi mübarektir Güven Hastanesi. Bu oluşumda baş mimar Aysun Hanım’dır, sonra Ahmet Bey’dir. Bu hastanenin açılışını dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yaptı. Epeyce bir kalabalık vardı. Süleyman Demirel açılışta, “Ahmet Bey’in hakkı ödenmez ama bu hastane Aysun Küçükel Hanımefendinin eseridir.” dedi.
  
Hiçbir zaman siz personelsiniz yanınızda çocuk var deyip ayırım yapmadı. Aileden biriydik.
+
'''6-Güven Sağlık Grubunun başladığı nokta ile geldiği noktayı kıyasladığınız neler söyleyebilirsiniz?'''
  
Aysun Hanım ve Ahmet Bey tarafından çok güzel işlendim. İşte sadakat, düzen hepsini buradan öğrendim. Her şeyin iyisi bir insanda mümkün olabilir mi Aysun Hanımda vardı. Cennetin bir köşesinde arkadaşları meleklerle vakit geçiriyor. Ben kendi öz annemde görmediğim yakınlığı, düşünceyi rahmetlik Aysun Hanımda gördüm. Evladıydık biz onun. Dünyanın en sabırlı insanıydı.
+
Yavaş yavaş büyümeye başladık. 1984’lü yıllarda B Blok’un salonunun yarısında Kemal Beyazıt Bey ile toplantılar yapılırdı. Şu an A Blok olan yerin geleceği konuşulurdu. Burası boş bir arsaydı. Yani gün gelecek Kardiyoloji alanında bir çağ atlanacak, çok büyük bir atılım yapılacak, çok büyük hastaneler inşa edilecek, bırakın yurt içini yurt dışından hastalar buraya gelecek denildiğinde; biz sadece bakar, bir anlam da veremezdik. O zamandan bu projeler düşünülmüştü. Ahmet Bey ve Aysun Hanım oldukları günü değil, hep ilerisini düşünürlerdi.
  
Çok insana çok şey veren iki insan…
+
'''Varsa eklemek istedikleriniz…'''
 +
 
 +
'''Ahmet ve Aysun Küçükel…Çok insana çok şey veren iki insan.'''

11.23, 17 Mayıs 2021 tarihindeki hâli

Metin Akbaba

Metin Akbaba – Resepsiyon|

“Benim için su gibi aziz, ekmek gibi mübarektir Güven Hastanesi”

İlk cümlelerinin 41 sene evvel yazılmaya başlandığı bir hikaye, Metin Akbaba’nın Güven hikayesi. Sevinçler, hüzünler, zamansız vedalar yaşandı bu hikayede; Güven Hastanesinin ilk adımlarını attığı yılların da cesaretle yürüdüğü yolların da tanığı oldu Metin Akbaba. Güven’le bağını hiçbir zaman koparmayan Metin Akbaba’dan, Güven hikayesini dinledik.

1-Güven Sağlık Grubunda çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

1980 yılında B Blok’ta başladım. O zaman burası iki katlıydı, beş katlı değildi. Son dört ve beşinci katı daha sonradan yapıldı. Tahran Kliniğinden alındığı zaman ilk ismi, Küçükeller Hastanesi idi. 1979 yılında “Güven Hastanesi” oldu. Başladığımız zaman 26 personel vardı. Ahmet Hoca’m Bursa Tıp Fakültesinde başhekim idi. Ankara’da özel hastane olarak bir tek Güven Hastanesi vardı. Çankaya Hastanesi kapalıydı ve eski ismi Akış hastanesiydi. Şimdi Ziraat Bankası Hastanesi oldu. Böyle başladık.

2-Mesleğiniz ile ilgili bilgi verip, GSG’de unutamadığınız bir mesleki anınızı kısaca paylaşabilir misiniz?

Çok yoğun bir tempoda çalışıyorduk. Tek özel hastaneydi. Sayacağım isimlerin çoğu rahmetlik oldu. Ahmet Yağcıoğlu, İnanç Ayaz, Kenan Paşa, Fahrettin Alparslan Paşa bu isimler GATA’nın komutanlarıydı ve şu an aklıma gelmeyen birçok hekim ile birlikte çalıştık. Ahmet Bey zaman zaman gelir giderdi. Hastanenin tek kilit ismi Aysun Hanım’dı.

B Blok’un hemen yanında, o dönemin Dışişleri Bakanı Orhan Eren Bey’in apartmanı vardı. Yani şimdi bizim D Blok dediğimiz yer. Evleri D Blok’un 3. katındaydı. Kiracı olarak oturuyorlardı. Banu çok küçüktü, ilkokula gidiyordu. Nüket de ortaokul olsa gerek. Gülden Öğretmen vardı, ara sıra ben götürüp getirirdim Banu’yu.

Bir santralimiz vardı, fişli. Eski filmlerdeki Alman santralleri gibi onlarla irtibat kurardık. Bu hattın bir ucu da Ahmet Hoca’mın oturduğu eve bağlıydı. Telefonu kaldırdıkları zaman A-K diye yazardı. Öyle iletişim kurardık. Benim önümde bir fişli santral, masanın üzerinde yatan hasta defteri; telefona bakacaksın, hastayı yatıracaksın, oraya işleyeceksin, doğum raporunu hazırlayacaksın, ölen hastanın ölüm tutanaklarını tutacaksın, arşiv dosyalarını hazırlayacaksın, ameliyat randevularını alacaksın… Mutluyduk. İnsanlar kalben birbirine çok yakındı. Her şey karşılıklı yapılırdı.

Aysun Hanım ve Ahmet Bey çalışanına değer veren, çalışanlarının yemesine içmesine, kılığına kıyafetine çok değer veren insanlardı. 1980’li yıllarda çoğu devlet dairelerinde bile üç vardiya yokken biz hep 8 saat çalışırdık. Rahmetlik Aysun Hanım iki maaş tutarı ikramiye verirdi. Bir prensipleri vardı, çalışanlarının yakınlarının (anne-baba) bir ameliyatı söz konusu olduğu zaman kendi branşı olsun olmasın Ahmet Hoca’m yapar, yapamasa bile buraya gelen hekimler tarafından o ameliyatlar yapılırdı ve para talep edilmezdi. Burası boş bir arsa iken apartman yaptırıldı. Yapım aşamasında tüm katlar, doktor muayenehaneleri olarak düşünüldü. Amaç ise, Kuğulu Park’ta bulunan doktorlar grubunun tamamının buraya gelmesiydi ve bu da gerçekleştirildi. Belli bir zaman sonra TRT’ye bırakıldı. Daha buraya kazma vurulmadan, bu hastane içerisinde ileride lazım olabilecek tüm tıbbi malzemelerin listelerini rahmetlik Aysun Hanım ile peyderpey birlikte çıkarttık. 1991 yılından itibaren bana verilen vekâletname var. Bu hastanenin ithalatında ben görevlendirildim. Gelen tüm tıbbi malzemelerin, uçak yoluyla Esenboğa’dan, tır gümrüğü ile Şaşmaz’dan, İstanbul ve Mersin’den gelen tüm malzemeleri peyderpey getirmeye başladık. Tuzcuoğlu Nakliyat’tan büyük bir hangar tuttuk. Bu hastane daha beton halindeyken hastanenin %80 tıbbi malzemeleri bir depoda hazır olarak tutuluyordu.

B Blokta, şimdiki ameliyathanenin olduğu yer terastı. Hasta yakınları, ameliyatta olan hastalarının haberini almak için o balkonda dururlardı. Daha sonra o balkon ameliyathaneye ilave edildi. Yağmur yağdığı zaman akardı, her yere sekiz on tane kova koyardık. Patır patır akardı. Jeneratör yoktu. Elektrik kesildiği zaman her katta lüks yakardık. Çok zor şartlar altında, çok yüksek tempoda çalışırdık. 1980’li yıllarda 20-25 ameliyat olduğunu düşünün. Aysun Hanım gelmeden telefon açar, “Metin odama hasta aldın mı?” diye sorardı. Başhekim odasında seyyar bir yatak ile doğum, apandisit, ortopedi, trafik kazası hastası yatardı ve taburcu olurdu. Öyle çalıştık biz. Bir muhasebemiz vardı. Muhasebe müdürü Şahap Bey vardı. O da telefon açar, “Çocuklar benim odaya hasta aldınız mı?” diye sorardı; oraya da hasta alırdık. Radyoloji bölümünde röntgen çekilen yerde bile hastanın yatırıldığı zamanlar olmuştur.

3-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel sizin için ne ifade ediyor?

Aysun Hanım iyi bir anne, dünyanın en güzel annesi; iyi bir doktor, iyi bir başhekim, dünyanın en güzel başhekimi. Aysun Hanım hayatının %90’ını insanlara adamış bir insan. Hatta %95 ini. Başımızda bizim anamız gibiydi. İnsan kılığında bir melekti. Yemekhanede personel yemek dağıtırken, Aysun Hanım bazen gelir personelin yanında dururdu. Hiç kötü yemek çıkmadı ki, evimizde yemediğimiz yemekleri biz hep burada yedik. Yemekleri kepçe ile dökerlerken, birden sinirlenir, “Usta oğlum, şu ekmek verdiğin, yemek verdiğin adamın yüzüne bir bakar mısın, bununla doyar mı bu çocuk? Doldursana tabakları.” derdi. Aysun Hanım ve Ahmet Bey tarafından çok güzel işlendim. İşte sadakat, düzen hepsini buradan öğrendim. Her şeyin en iyisi bir insanda mümkün olabilir mi? Aysun Hanım’da vardı. Cennetin bir köşesinde, arkadaşları meleklerle vakit geçiriyor. Ben kendi öz annemde görmediğim yakınlığı, düşünceyi rahmetli Aysun Hanım’dan gördüm. Evladıydık biz onun. Dünyanın en sabırlı insanıydı.

Ahmet Bey, Ağrı Dağı gibi bir insan, keşfedilmesi çok zor ama dünyanın en tatlı insanı. Yüreğinde yumurta zarı kadar kötülük olmayan bir insandır. Bunun dışında, “Hocam benim bir sıkıntım var.” desek anında çözer, hemen sahiplenir. İkisini de çok özlüyorum, çok arıyorum. Ahmet Hoca’m tam bir disiplin abidesiydi. Sert, otoriter, kafasına koyduğunu anında yapan ve kısa süre içerisinde olmasını isteyen; çok şık giyinen, çok kibar konuşan, tam yöresinin insanı ama çok sert, çok disiplinli biriydi. Öyle birini bulmak da mümkün değil. Keşke mezardan çıksa da o disiplini ile yine yaşasa, karşımda otursaydı. O disiplin olmasaydı bunlar gerçekleşmezdi.

Aysun Hanım gece yarılarına kadar bu hastanenin girdisiyle çıktısıyla, hekimi ve personeliyle, geleceğiyle gideceğiyle; mutlu günlerinde, bayramlarda, yılbaşında kısacası her şeyiyle çok yakından ilgilenen biriydi. İnsan kılığında bir melekti. Başka bir şey anlatamam, böyle bir insanla çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Aysun Hanım ile ana-oğul ilişkimiz vardı. Aysun Hanım her insana güvenen biri değildi. İnsanın gözüne baktığı zaman yüreğinden geçen her şeyi anında anlardı. Başarıya ödül, suça ceza misali fakat çok adil bir insandı. Evlerinin kasa anahtarı bende dururdu.

Adillerdi, herkesin hakkını verirlerdi. Kul hakkı yemediler. Hep ileriyi düşünerek hareket ederlerdi. Kitaplarında bugün yoktu. Beyinde, zekâda, düşüncede bunları nasıl bir araya getiririz, neler yaparız diye uğraşırlardı. Hep yenilikten yanalardı. B Blok yanında personelin çay içtiği yerde bir kapak vardır. O kapağı kaldırdığınız zaman su deposu görürsünüz. Ankara’da bir zamanlar çok sık su kesintileri olurdu. B Blok salonun orası da su deposudur, bunları hep Ahmet Hoca’m yaptırdı. Doktor Hanım sinirlendiği zaman da iyi sinirlenirdi. Öyle bir karakter yapısı var ki, çok fazla bağırmadan iki kelime söylerdi. O iki kelime ile bir tır dolusu yumruk yemiş gibi olurdunuz ama kin gütmezdi. Ahmet Hoca’m da öyle bağırır, çağırır, tavanlardan toprak dökülür ama 10 dakika sonra, “Yavrum gel hele buraya.” derdi. Başka türlü bu insanları bir arada tutamazsınız. Güven Hastanesi bu yüzden çok disiplinli.

Aysun Hanım karakterinde bir insan yok. Benzeri vardır ancak o karakterde başka birinin dünyaya gelmesinin mümkünü yok. Çok asil, kibar, giydiği yakışır, sesi yakışır, saçı yakışır… Her şeyiyle sevgi dolu bir insandır. Bir o kadar da alçak gönüllü bir insandır. Personelin arasına girer, ekmeği koparır, tabağına batırır yer, “Öğrenin çocuklar.” derdi. “Bir iş yaparken hepinizin başına her an her şey gelebilir. Öğrenmekte ısrarlı olun, mutlaka öğrenin.” derdi.

4-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile olan bir anınızı kısaca anlatabilir misiniz?

Bir öğretmenin oğlu trafik kazası geçirmiş, yoğun bakımda yatıyordu. Taburcu olacaklardı, hastane masraflarına parası yetmedi. Öğretmeni aldım, Aysun Hanım’ın yanına getirdim ve durumu izah ettim. “Beyefendi ödemeyeceğini söyledi, daha sonra ödeyeyim.” diyor dedim. “Buyurun, oturun, ne iş yaparsınız?” diye sordu. Beyefendiyi güzelce dinledi ve “Metin, hasta taburcu olsun. Bu beyefendiden para almayacaksınız.” dedi. Adamcağız itiraz etti, “Efendim olmaz, senet yapalım, bir süre sonra öderim.” dedi ama Aysun hanım kabul etmedi. Adam ekledi, “Ben size bir şey söyleyebilir miyim? Hani parası olan insanlar rezervasyon yaptırır; lokantaya, tatil beldelerine. Allah’ta sizin için bir yerde rezervasyon yaptırmış.” dedi. Şaşırdık, ne diyecek acaba, diye bekliyoruz. “Cennette Doktor Hanım cennette.” dedi. Bunu zaman zaman rüyalarımda da görüyorum.

Anlatacak o kadar çok şey var ki… Kötü bir anım hiç olmadı. Bir aile içerisinde zaman zaman gülerdik, zaman zaman üzülürdük; zaman zaman kaybettik, zaman zaman kazandık. Tek kötü anım, ikisinin de zamansız ölümleridir. 64 yaşımın yarısından çoğu burada geçti. Aileden biri gibiydik. Bundan da hep gurur duydum. Her yılbaşı B Blok yemekhanesinde toplanırdık. Bir sıkıntı olduğu zaman Aysun Hanım, anaç tavuk misali hepimizi kolu kanadı altına alırdı. Aysun Hanım’ı çok arıyorum. Fakat giden geri gelmiyor. Hayatımda öğrendiklerimin %95’ini Aysun Hanım’dan öğrendim. “Oğlum insanlar diliyle konuşur, ses tonuyla konuşur. Siz gözünüzle konuşun, mimiklerinizle konuşun, yüzünüzdeki tebessüm ile konuşun. Bakın bu kapıdan giren insanların size çok ihtiyacı var.” derdi.

Aysun Hoca’m çok adil, haksızlığa hiç gelemeyen bir insandı. Bir gün; bir hekim, hastayı yatırmış, o zamanın parasıyla 50 lira tutmuş. Sonrasında Aysun Hanım, muhasebede 500 lira tuttuğunu görünce doktoru çağırıp doktora, “Neden böyle oldu? Benim çalıştığım hastanede böyle şeyler olmaz. Benim olduğum hastaneye gelme.” dediğini bilirim. Yurdun her yanından insanlar gelip gidiyor buraya. Tabii ki Aysun Hanım’ın da kızdığı zamanlar vardı fakat gelir geçerdi. Hiçbir şeyi de unutmayan bir insandı. Askere giden personeline her ay olmasa bile aralıklarla para gönderirdi. Verilen her davetiyeye giderdi. Cenazesi olan her personelin cenazesine mutlaka gider, mutlaka yemek gönderirdi. Benim bir aylık senelik iznim var. Bir dilekçe yazardım, “Senelik iznimden 15 günün ücretini alabilir miyim?” derdim. Aysun Hanım okurdu, aynı gün muhasebeye giderdim. 15 günlük izin parasını alırdım. Geri kalan 15 gün ile de tatil yapar, gelirdim.

Bir gün trafik kazası geçirdim ve ayağım kırıldı. Ameliyatıma Aysun Hanım girdi. 45 gün sonunda, iki koltuk değneği ve yine elimde çantam ile çeşitli yerlere gidip geldim. O şekilde hizmete devam ettim. Duramadım. Çalışmadığım zamanlarda bile benim paramı gönderdiler. Şu an yediğim her lokmamı Aysun Hanım ve Ahmet Bey’e borçluyum.

1996 yılında emekli oldum. Şu an oturduğum evi satın alacaktım. 200 lira kadar bir para bulmam lazım, dalgın dalgın dolaşıyordum. Rahmetli Aysun Hoca’m “Metin bir gelir misin? Senin bir sıkıntın mı var?” diye sordu. “Evle mi yoksa burasıyla ilgili bir sıkıntı mı? Sende bir şey var. Söyle bakalım, ben seni tanımaz mıyım?” diye ekledi. Durumu anlattım, “Peki, Ahmet ile görüşeyim sana borç para verelim.” dedi. Ertesi gün işe geldim. Beni yanına çağırdı, çantasından bir şey arıyordu. “Bana kibrit bul gel.” dedi. Getirdim, “Ben seni niye çağırmıştım?” dedi. “Hocam evle ilgili konuşmuştuk.” dedim, hatırladı. “Ahmet ile görüştüm, Metin sana borç para vermeyeceğiz.” dedi. Ben bir iki adım geri attım, arkamdan, “Buraya gel!” diye bağırdı. “Hocam, Ahmet Bey ile görüştüğünüzü, borç para veremeyeceğinizi söylediniz.” dedim. “Oğlum borç para vermeyeceğim dedim. Para vermeyeceğim demedim. Ahmet Ağabeyin ile görüştüm, bize çok emeğin var, çocuklarda çok hakkın var. Şu çeki al lütfen.” dedi. 300 milyon liralık çek. Sene 1996, bugünün parası ile düşünün neye denk gelir. “Bir şartla veriyorum, tapunu getireceksin ve ben göreceğim.” dedi. Bunu unutabilir miyim? Emekliliğimden 10 yıl sonra kızımı evlendirecektim. Emekli olduktan sonra 19 yıl daha çalıştım. Kızım da burada halkla ilişkiler biriminde çalışıyordu. “Aysun Hanım ben emekli oldum, tazminat alma hakkım var mı?” diye sordum. “Ne yapacaksın?” diye sordu. “Kızım evlenecek, birikmiş param yok.” dedim. Muhasebe birimiyle görüştü, “Eşini getir.” dedi. Yani her işi çok sağlıklı, her işi çok emin olarak yapan biriydi. Bana güvenmediğinden değil tabii ki. Eşimi aldım ve hastaneye geldim. “Kızımızı evlendireceğiz.” dedi eşim. Aysun Hanım “Peki” dedi. Aradan bir süre geçti, unutuldu. Nüket Hanım yurtdışından geldi, hoş geldin demeye gittim. “Hayırlı olsun, kızını evlendirecekmişsin.” dedi. “Evlendireceğiz ama bakalım.” dedim. Aysun Hanım, “Sen hala tazminatını almadın mı, neden istemedin?” dedi. Hemen muhasebeyi aradı, “Metin’in parasını hazır edin.” dedi. Bu iyilik unutulur mu?

Ramazanda onları telefonla arayıp sahura kaldırırdım. Aradan zaman geçer, “eve gelsene” derdi. Yediklerinden hiç ayırt etmeksizin tepsi içerisine koyar, “Kaç kişisiniz oğlum?” diye sorar, “Bunu bölüşün.” derdi.

5-Güven Hastanesi sizin için ne ifade ediyor?

Benim için su gibi aziz, ekmek gibi mübarektir Güven Hastanesi. Bu oluşumda baş mimar Aysun Hanım’dır, sonra Ahmet Bey’dir. Bu hastanenin açılışını dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yaptı. Epeyce bir kalabalık vardı. Süleyman Demirel açılışta, “Ahmet Bey’in hakkı ödenmez ama bu hastane Aysun Küçükel Hanımefendinin eseridir.” dedi.

6-Güven Sağlık Grubunun başladığı nokta ile geldiği noktayı kıyasladığınız neler söyleyebilirsiniz?

Yavaş yavaş büyümeye başladık. 1984’lü yıllarda B Blok’un salonunun yarısında Kemal Beyazıt Bey ile toplantılar yapılırdı. Şu an A Blok olan yerin geleceği konuşulurdu. Burası boş bir arsaydı. Yani gün gelecek Kardiyoloji alanında bir çağ atlanacak, çok büyük bir atılım yapılacak, çok büyük hastaneler inşa edilecek, bırakın yurt içini yurt dışından hastalar buraya gelecek denildiğinde; biz sadece bakar, bir anlam da veremezdik. O zamandan bu projeler düşünülmüştü. Ahmet Bey ve Aysun Hanım oldukları günü değil, hep ilerisini düşünürlerdi.

Varsa eklemek istedikleriniz…

Ahmet ve Aysun Küçükel…Çok insana çok şey veren iki insan.