"Sefiye Burma Röportajı" sayfasının sürümleri arasındaki fark
(Aynı kullanıcının aradaki bir diğer değişikliği gösterilmiyor) | |
(Fark yok)
|
11.56, 2 Haziran 2021 itibarı ile sayfanın şu anki hâli
Sefiye Burma (Hemşire)
“Güven Hastanesi evimiz gibiydi”
Yıllarca, Güven’i evi, Dr. Aysun Küçükel’i ise ablası gibi gördü Sefiye Burma. Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel’in yokluğunun hüznünü “Yıllar geçiyor ama unutmuyorsun. Çok özlüyorum onları.” sözleriyle aktardı. Dr. Aysun Küçükel’in sırdaşı, Güven’in kıymetli hemşiresi Sefiye Burma’dan; Güven maceralarını, Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel’i dinledik.
1-Kendinizi tanıtabilir misini? Güven Sağlık Grubunda çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
1942 yılında Trabzon Vakfıkebir Mısırlı Köyü’nde dünyaya geldim. 1975 yılında Ankara Hastanesinde çalışmaya başladım. Güven Hastanesinin sahibi Ahmet Küçükel ile Ankara Hastanesinde birlikte çalışmaya başladık. Dr. Ahmet Küçükel, bir süre çalışmalarımı takip etmiş, çalışma stilimi incelemiş. Daha sonra beni yanına çağırarak, “Sefiye Hanım, bizim bir özel hastanemiz var. Bizimle çalışmak ister misin? Çalışma stilini ben çok beğendim. Eşim Doktor Aysun Küçükel’e de anlattım. Sizinle görüşmek istiyor.” dedi. İki saat iş yerimden izin aldım. Güven Hastanesine geldim. Geldiğimde Doktor Aysun Hanım karşıladı beni. Beraber odasında oturduk, bir süre sohbet ettik. Sonrasında bana, dört katlı hastaneyi, giriş kattan başlayarak en üst kata kadar gezdirdi ve her şeyi anlattı. Ben özel hastanelerde çalışmayı bilmediğimi söyledim. “Sıkıştığın yerde, benim bileceğim bir şey ise bana soracaksın.” dedi. Hastanemizde birkaç eski hemşiremiz daha vardı. “Hiç çekinmeden onlara sorabilirsin. Burası senin evin gibi. Burada bizimle birlikte çalışmanı istiyoruz.” dedi. Ben de bir süre gözlemlemek istedim. Ailem ile birlikte yapabilecek miyim, görmek istedim. Bir hafta sonra hastaneden yıllık iznimi aldım ve buraya gelip çalıştım. Bir ay kadar sonra Dr. Ahmet Küçükel, bana 3 ay süreli heyet raporu aldı. 3 ay kadar daha burada çalışmaya devam ettim. O dönemler Devlet, 15 yılı dolduran kadınlar için emeklilik hakkı veriyordu. O haktan yararlanarak Ankara Hastanesinden istifa edip emekli oldum. 1980 yılının dördüncü ayından itibaren Güven Hastanesinde çalışmaya başladım. Küçücük bir yerdi. Evimiz gibiydi.
2-Güven Sağlık Grubunda çalıştığınız süre boyunca hangi görevlerde bulundunuz? Mesleğiniz ile ilgili bilgi verip, GSG’de unutamadığınız bir mesleki anınızı kısaca paylaşabilir misiniz?
“Burada çalışmaya devam edeceğim.” dediğimde, Aysun Hanım’ın da Ahmet Bey’in de hakikaten gözleri doldu. “Bizi kabul ettin, geldin.” diye çok sevinmişlerdi. Çalışmaya başladığım zaman, üç kata birden bakıyordum. Gece, bir hemşiremiz vardı, gündüz ise bazen bir bazen de iki ya da üç hemşire olarak çalışırdık. Doktor Aysun Hanım, hastalara anestezi verirdi ayrıca boş zamanlarında gelip bizi desteklerdi. Hemşire gibi katlarda serum takar, hastaların tansiyonuna bakar, hasta takibi yapardı. Eskiden çok fazla elemanımız yoktu. Hasta bakıcılarımıza bazen, şu serum bittiyse değiştir, dediğimiz zamanlar oluyordu. Çünkü personel yoktu. Bu konularda onları da yetiştiriyorduk. Aşağı yukarı beş altı yılım böyle geçti. Sonrasında personelimizi çoğaltmaya başladık. Yeni hemşireler gelmeye başladı. Ben burada çalışmaya başlamamdan bir yıl sonra başhemşirenin olmadığı zamanlarda onun yerine bakmaya başladım. Aysun Hanım bir yere gittiğinde, kimselere vermemek üzere, imza kaşesini bana bırakırdı. O işlerini de ben üstleniyordum. Bana güvenirdi, benim de ona saygım sonsuzdu. Benim hem ablam, hem birimde doktorum, işverenim hem de bir kardeşim gibiydi. Yıllarımız bu şekilde geçti. Doktorlarımızın hepsi dış hekim olduğu için cerrahlardan birinin hastası ameliyat oluyor, hasta taburcu olurken doktor bana, “Hemşire Hanım bir poşet içerisine benim hastama malzeme ver, pansumanını yapacak.” dedi. Ben de buna karşı çıktım ve aramızda tatsızlık oldu. Bu durumu rahmetli Aysun Hanım’a anlattım. “Ben konuşurum hiç canını sıkma.” dedi. Tabii Aysun Hanım konuşunca doktorun da ağrına gitti. Bir süre hastaneye hiç gelmedi. Daha sonra benim olduğum kata hasta göndermedi, derken; bir gün öyle bir hasta geldi ki, ikimizin de ortak tanıdığı. Hastanın yanında refakat ettim. Sabah doktor beni hastanın yanında gördü ve suratı düştü. “Hiç surat asma. Bu hasta benim tanıdığım. Bu hastayı sana ben yönlendirdim. Sen ameliyat ettin ben de hizmetini yapacağım.” dedim. Sonradan o da hatasını anladı ve teşekkür etti. Böyle çok şey yaşadık. Bir gün, taksi ile bir hasta geldi. Aşağıya indik ki bir müteahhitin sırtında ekmek bıçağı. İşçisi ile tartışmış. Santralda görevli arkadaşımız Metin geldi, “Bu ne olacak böyle.” dedi, tam o sırada elini tuttum. Çünkü bizim doktorumuz yok. Eğer bıçağı çıkarırsa hasta kan kaybından ölebilir. Hastayı sedyenin üzerine yüzüstü yatırdık. Bir yandan da hastanın tansiyonunu almaya çalışıyorum. O anda ameliyathaneye girdim. Bir doktor var, kadın doğum hekimi. O ameliyata girecek, durumu anlattım. Ben serum takarken bana içeriden hakaret etmeye başladı. Neyse geri döndüm, ambulans çağırdım derken hasta nakil oldu ve kurtuldu. O hastayı takip ettim. Sonra doktorun ameliyattan çıkmasını bekledim. Kendisiyle konuştum aramızda epey tatsızlık oldu. Ertesi gün Aysun Hanım beni odasına çağırdı, Safo, “Dün Doktor Bey’e çok kızmışsın çok üzülmüş.” dedi. “Aysun Hanım, o bana ve hastaneye hakaret etti. Ben de cevabını verdim.” dedim. Aradan bir süre geçti, Aysun Hanım yine beni yanına çağırdı ve “Senden bir şey rica edeceğim.” dedi. “Buyurun.” dedim. “Ben bir çiçek aldım. Santral görevlisi arkadaş ile birlikte gidip benim adıma özür diler misin?” dedi. Ben de, “Buradan giderim ancak oraya gitmem. Ben de böyle bir insanım. Kimse kusura bakmasın.” dedim. Başkası götürdü çiçeği, özür diledi. Tekrar burada çalışmaya başladı ama benim katımda kesinlikle hasta yatırmazdı.
3-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile olan bir anınızı kısaca anlatabilir misiniz?
Bir gün, bir hastanın anestezisine girdi, hastayı da hiç unutmuyorum. Beş kişilik bir odamız vardı. A4 Biriminde, hastanın narkozunu hocam verdi. Eskiden kelebek set yoktu. Normal serum setinin ucundaki iğneler ile hastaların damarlarına girerdik, iğne çıkardı. Hastanın kolu şişerdi. Çok sıkıntı çekerdik. Hasta ameliyattan çıktıktan sonra kolu şişti. Tabii hasta anestezinin etkisinde ve durmuyor. Bunu nasıl yapmalıyım ki sürekli çıkmasın, diye düşündüm. Elinin altına serum kutularından destek yaptım. Gazlı beze sardım, hastanın da eli ezilmesin diye biraz da fazla sardım. Kontrol ettim. Hasta, kolunu yaptığım sistem ile birlikte hareket ettiriyor ve damar yolundan da iğne çıkmıyor aynı zamanda eli de şişmiyor tekrar. Aysun Hanım da, hastasına narkoz verdiği için sonrasında hastayı çıkıp kontrol ederdi, durumu nasıl, diye. Çıktığında odaya geçtiğini görmedim. Ben de başka bir odadaydım. “Hemşire Hanım” diye seslendi, “Efendim Abla” diye cevap verdim. “Bir gelir misiniz?” dedi, tabii, dedim ve gittim. Hastanın elini tutarak, “Bunu kim yaptı?” diye sordu. Ben de, benim yaptığımı söyledim. “Sana teşekkür ediyorum bu hastayı bu şekilde koruyup kolladığın için ama kızım bak, ben bu flasterleri para verip alıyorum. Bunları hep itina ile açıp kullanacağız. Bu kadar fazla değil.” dedi. “Sana tekrar teşekkür ediyorum.” dedi ama hırslandı haklı olarak. Ben, devlet hastanesi mantığı ile düşünüp öyle bir hata yaptım, mühim olan durumu tespit etmek gibi düşündüm. Hastanın elini tuttuk. Aysun Hanım ile birlikte hastanın elinden fazla olan malzemeyi geri söktük, makaraya geri sardık. Ben de kendisine teşekkür ettim, hem bana kızması hem de beni uyarması için. Ben, eski çalıştığım yerde çalıştığım gibi çalışıyordum bunu fark edememiştim. Aradan birkaç saat geçtikten sonra, beni odasına çağırdı. “Safiye Hanım gel sana bir kahve içireyim.” dedi. Bunu hiç unutmam daha burada bir senelik elemanım. “Sana tekrar teşekkür ediyorum. Benim seni uyarma nedenimi sakın yanlış anlama. Biz zaten çok kazanmıyoruz. Bu kadar israf edersek buradan kar edemeyiz. Bu sebeple seni uyardım. “Bana kızmadın değil mi?” diye sordu. “Hayır Abla sana teşekkür ediyorum ve minnet duyuyorum.” dedim. Aysun Hanım ile böyle bir mazim geçti.
Gece özel hastalarımız olurdu. Ameliyat olan hastaların yanında kalırdım. Sabah 07.00’ de gelir, 15.00’e kadar çalışırdım. Sonra hastayı teslim alır, ertesi sabaha kadar uyumazdık. Çünkü hasta ameliyatlı kanaması olabilir, göremeyebilirdik. Bu sebeple hastayı beklerdik. Rahmetli Aysun Hanım ile beraber bu şekilde uzun yıllarımız geçti. Bazen kızar bazen bağırırdı. Elinin üzeri ile kızar, avucunun içi ile toparlardı. İki dakika sonra çağırırdı. “Nasılsın yavrum iyi misin, öğrendin mi bu işi, oldu mu?” gibi sözlerle insanın ruhunu okşar, severdi. Çalışanının arkasında dururdu. Hırçınlık yapıp, bu olmadı ben senin gibi nice eleman bulurum, gibi sözler hiçbir zaman ağzından çıkmazdı.
Ahmet Hoca birine kızardı, Aysun Hoca, ertesi gün Ahmet Hoca’nın kızdığını bir yerden öğrenirdi. Gelirdi hemen o personeli çağırırdı. Küçük zarfları vardı Aysun Hoca’nın, zarfın içine bir miktar koyardı ve “Bununla akşam eve giderken çocuklarına meyve al. Sen Ahmet’ e bakma, üzülme.” derdi. Böyle iyi bir insandı. Böyle anaç bir insan. Malı, mülkü, yeri idare etmek çok kolay değil. Ama biz 10 kişiyken 20 kişi olduk derken 70 kişi olduk o küçük binada sonra büyüdük. Daha sonra Aysun Hanım rahatsızlandı, gelemezse arardı “Safo seni şoför getirsin bana bir kokteyl yap.” derdi. Bir serum takardım, onu orada bırakır gelirdim. Çünkü hastane yoğundu. O serumunu kendi çekerdi, bir iki saat sonra gelirdi. İyiyim rahatladım derdi. Herkesi motive ederdi. Bir yerden bir damla su akıyorsa hemen Aysun Hanım’ın sesi duyulurdu. “Bu elemanlar ne yapıyor, burayı neden görmüyorlar, buna para veriyoruz, buradan ekmek yiyoruz.” gibi sözler söylerdi ama hep haklı yönde. Sonra orayı takip ederdi, acaba yapıldı mı yapılmadı mı, bakardı ki yapılmış. “Teşekkür ederim çocuklar yapmışsınız orayı.” derdi. Biri hasta olsa çağırır, bir ihtiyacın var mı diye hep sorardı. Onun ne yaptığını kimse bilmezdi. Hep verirdi, destek olurdu, yardım ederdi ama kimse bilmezdi. Düğünü, doğumu olan olurdu. Bunlar hep Aysun Hanım’a bildirilirdi. Bir ay sonra personeli çağırır, küçük bir hediye verirdi. “Bunu eve götür.” derdi. Küçük altınlar alır ve böyle durumlarda dağıtırdı. Bir personelimiz gecekonduda yaşıyordu. Onunla birlikte çalışan bir hemşire arkadaşımız vardı. Bir gün beni aradı ve “Bir arkadaşımızın yeni bebeği oldu. Bir evde yaşıyorlar, tavandan aşağı yağmur damlıyor, akan yerlere yaptıramıyorlar, kova ile çözüm buldular.” dedi. Ertesi gün Aysun Hanım’a anlattım durumu. “Emin misin öyle olduğuna?” diye sordu, o hemşire arkadaşımızı da aldı ve o eve gittiler. Usta buldular, evin çatısını yaptırdı. Eve erzak, odun, kömür almış ve “Başka neye ihtiyacınız var?” diye sormuş. Bunu hiç unutamam. Geldiğinde, gözleri dolarak “Sana da çok teşekkür ederim. Bunun sevabının üçte ikisi senin, biri benim.” dedi. “Abla senin paran, ben ne yaptım ki?” dedim. “Bana söylemen yeterliydi.” dedi. Aysun Hanım, bir grup arkadaşı ile yurt dışına gitmişti. O zamanlarda 60 personel vardı. Bir sürü hediye almış. “Bunları personele dağıtacağız.” dedi. Ramazan Bayramı da yaklaşıyordu. Bana da bir nevresim takımı almış, “Aynısını kendime de aldım. Bunu yatağına ser, yat. Gece de beni hatırla.” dedi. Bu beni çok etkilemişti ve ağlamıştım.
Ramazan dönemlerinde ufak tefek kumanyalar paketlenirdi ve tüm personele Arife gününden dağıtılırdı. Herkes sevincini paylaşırdı, gider bayramlaşırdı. A Blok inşaatı sırasında, geceleri üzerimizi değişir; sabaha kadar odalarda, kireç camlarda toz ve boya temizlerdik. Çok hoşumuza giderdi, sevinirdik. Aysun Hanım, “Gel Safo bir çay içelim.” derdi. Aysun Hanım ile her zaman evde, izindeyse telefonda konuşurduk. Hastane içindeki sırdaşları bendim, diyebilirim.
A Blok açıldıktan sonra, katlardaki görevimi bıraktım ve görevime poliklinik sorumlusu olarak devam ettim. Yıllar geçerken Aysun Hanım aniden rahatsızlandı. Hepimiz çok üzüldük, çok ağladık. Yurt dışına gitmesi gerekti. Kısa bir süre sonra Ankara’ya döndüler. Onları evinde karşıladım. Beni görünce haykıracak gibi sevindi, boynuna sarıldım. 13-14 ay kadar, gece gündüz o evde, yanlarından ayrılmadan Aysun Hoca’m ile yaşadım. Geceleri kalkıp bana bakardı, üzerim açık mı uyudum mu, diye.
Elazığ’a kadar gittik, yerine teslim ettim. Mekanı cennet olsun tüm güzellikler onun olsun. Unutamayacağım bir insan.
Bir gün bana, “Bu ay maaşları nasıl ödeyeceğimizi düşünüyorum.” dedi. “Neden Abla Allah’a şükür her şey yolunda.” dedim. “Öyle deme. Bak, diğer özel hastaneler kapanıyor. Biz de böyle olur muyuz, diye uykularım kaçıyor.” dedi. “Bu ayın maaşları için kredi çekeceğim.” dedi. “Abla kredi de olsa biz onu öderiz, neden dert ediyorsun, gece de çalışırız, gündüz de çalışırız. Bir kısmımıza maaş veririz. Bir kısmımız almayız. Ben almam.” dedim. Bu sözüm kendisini çok etkilemişti ve “Safo sen nasıl bir insansın. Seni nasıl bir anne baba dünyaya getirdi. Ben anneni görmek istiyorum.” dedi. Annem geldiğinde getirdim. Annemin elini öpmeye çalıştı, uzun bir süre sohbet ettiler. Ben köyde okudum. Annem hayvancılık işleri ile ilgilenirdi. Dört kardeş bu şekilde okuduk. Annem yaşadığımız o günleri Aysun Hanım’a anlattı ve Aysun Hanım’ın gözleri doldu. Aysun Hanım’ın evinde bakıldığı bir gün, “Hiçbir şey yemiyor.” diye beni aradılar. Ahmet Hoca, “Safo’yu arayın. O yedirir ona yemek.” demiş. Gittim hala masada oturuyorlardı. Biber dolması çok severdi, tabağa koydum ve yedi. Ahmet Hoca da, “Safo senin elinde ne var, biz o kadar uğraşıyoruz yemiyor.” derdi
Ahmet Hoca ile şöyle bir anım var, “Bugün paran var mı? Bana beş lira ver.” derdi. Bana her zaman böyle para verirdi, gönül yapardı.
4-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel sizin için ne ifade ediyor?
Aysun Hanım, çok fedakar bir insandı. Çok ılımlı, olumlu, iyi düşünen, kötüyü hiç düşünmeyen, kötülüğe karşı isyan eden bir insandı. Ahmet Hoca da, insana kol kanat geren, çok babacan biriydi.
Yıllar geçiyor ama unutmuyorsun, üzülüyorsun. Ben çok üzülüyorum onların yokluğuna.