Ali Altınkaya Röportajı
Ali Altınkaya - Aşçı 04.03.2020
“Dünyaya bir kere daha gelsem, Aysun Hanım ve Ahmet Bey ile çalışmayı çok isterim”
Ali Altınkaya 36 yıl boyunca elinin lezzetiyle Güven’e emek verdi. Güven ise Altınkaya için acı günlerin yükünü hafifletmeye; mutlu günlerin sevincini ise çoğaltmaya çalıştı, daima destek oldu. Ali Altınkaya’dan Dr. Ahmet Küçükel’i, Dr. Aysun Küçükel’i ve Güven’i dinledik.
1-Kendinizi tanıtabilir misiniz? Güven Sağlık Grubunda çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
Ben Ali Altınkaya. 1984 yılında Güven Hastanesinde, aşçı olarak işe başladım. Üç kişilik bir personelimiz vardı. O zaman diyetisyen yoktu, yemek menülerini kendimiz hazırlıyorduk. Arkadaki arsaya domates, salatalık, biber ekiyorduk. Buzdolabımız bile yoktu. Margarin alıyorduk, o zamanlarda pek temin edilemiyordu. Bulduğumuz zaman da eriyordu.
2-Güven Hastanesi sizin için ne ifade ediyor?
Küçük bir aile gibiydik. En ufak bir sıkıntımızda bile Aysun Hanım ile temas kurabiliyorduk. 1999 yılında yemekhaneyi şirkete verdiler. Sekiz sene daha burada çalıştım ama şirket adına. 36 yılın sonunda buradan ayrıldım. Hep kendi işim gibi gördüm. Severek çalıştım. Dünyaya bir kere daha gelsem, Aysun Hanım ve Ahmet Bey ile çalışmayı çok isterim.
3-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel sizin için ne ifade ediyor?
Aysun Hanım benim için işverenden öte bir anneydi. Kış geldiğinde “Ali Usta, gariban, üzerinde montu olmayan biri olursa iletin, ben hepsiyle uğraşamam.” derdi. Eskiden fiş verirdi bize. O fişlerle Sümerbank’tan, kendimize ayakkabı, kıyafet alırdık. İdareci olarak da mükemmeldi. Bir profesörü de, bir temizlik işçisini de dinlerdi. Ahmet Bey biraz daha sertti. Ona asla yalan söylenmezdi. Sıkıntımız varsa yahut avans isteyeceksek direkt olarak söylememiz gerekirdi. Dolaylı yoldan söyleyince kızardı. Bir çalışma arkadaşının şikâyet edilmesini hiç sevmezdi.
4-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile olan bir anınızı kısaca anlatabilir misiniz?
1985 yılında evlendim. İşe girerken de evleneceğimi bildirmiştim. O zaman bir başhekim vardı. Bana iki gün izin verdi. Düğün memlekette olacak gidip gelmem beş gün sürüyor ve iki gün bana yetmiyor. Aysun Hanım’a gittim, durumu anlattım. On beş gün izin verdi, onun verdiği iki gün izni de kullanmamı söyledi. Çok mutlu olmuştum. Evlendikten sonra çocuğum oldu. Çocuğun kalbi delikti. Dışkapı Hastanesine yatırdık. Siroz oldu. Aysun Hanım ile o süreçte diyalog halindeyiz. O zaman Ahmet Hoca’m Sağlık Komisyonu Başkanı idi. Bana diyorlar ki “Söyleme, kızar.” Buradan, Dışkapı Hastanesine gidecek otobüs biletim bile yoktu. Bir gün mutfağa geldi, “Oğlum senin çocuğun bizim de çocuğumuz. Ne demek söyleme! Git muhasebeye, sana ne kadar lazımsa avans versinler.” Bunu hayatım boyunca unutamam. Çocuğum vefat ettiğinde bana söyleyemediler. Ben çocuğun öldüğüne üzülemiyorum, çocuğun cenazesini kaldırmaya paramız yok. Pazar günü sabahleyin Aysun Hanım’ı rahatsız ettik. Muhasebeyi açtırdı. Gittik parayı aldık, o zaman küçük bir tabut ile battaniyeye sardık. Kastamonu’ya öyle götürdüm. Bu anılar benim için unutulmaz. Tekrar dünyaya gelsem yine onlarla çalışmak isterim.
Sebze haline bile kendimiz giderdik. Bize çok güvenirdi. Biz de kendi malımız gibi alırdık. Bir gün mutfak tadilat olacaktı ama yer yok, küçücük bir yer. “Atlı Spor Kulübünden yer ayarlayalım.” dedi. Fakat Atlı Spor Kulübü de bize uygun saat vermiyor. Servislerin bittiği saatin uygun olduğunu, söylüyorlar. Böyle olunca çorba vesaire nasıl gidecek? “Doktor Hanım sen bize bir korniş yaptır, perde gibi çekelim. İki tane de yer ocağı alalım.” dedim. O süreçte yemekleri de çıkarttık, çok mutlu olmuştu. O zamanki duygulanışı hiçbir zaman aklımdan çıkmaz.
Bir kızım var, Şehir Hastanesinde anestezi uzmanı. Onu, Aysun Hoca’m okutmuştur. Bu unutulur mu?