Satılmış Türk Röportajı
Satılmış Türk - Marangoz
“Hastanemizi ve insanlarımızı seviyorum”
Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile 16 yaşındayken tanışmış Satılmış Türk. Aysun ve Ahmet Küçükel, Satılmış Türk’ü kardeşleri; Satılmış Türk de onları bir abla bir abi gibi görmüş. Sevgili Satılmış Türk’ten; mazisi eskilere dayanan bu kardeşlik ilişkisini, Güven için verilen emekleri ve birlikte aşılan zorlukları dinledik.
1-Kendinizi tanıtabilir misiniz? Güven Sağlık Grubunda çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
İsmim Satılmış Türk. Aysun Hanım ile 1977 yılında tanıştım. O zamanlar Tunalı Hilmi Caddesi’nde kalfa olarak çalışıyordum. Güven Hastanesine öğlenleri gelir, hem bir iki tadilat işini yapar hem de de öğlen yemeğini burada yerdik. O zaman da kepçeleri bol, sofraları çok genişti. İşimizi yapar, yemeğimizi yer giderdik.
Aradan yıllar geçti, askere gidip geldim. 1984 yılında kendi işimi kurdum. O zamanlar Güven Hastanesi ile ilişiğim kesilmişti. Mete diye bir arkadaş vardı. Çamaşırhaneye sekiz katlı bir kapı yapılacakmış. Hastaneye geldik. Rahmetli Aysun Abla, “Satılmış ne yapıyorsun evladım, nerelerdesin? Uzun zamandır seni görmüyoruz.” dedi. “Abla kendi iş yerimi açtım.” demem üzerine, “Sen kartını bırak. Bundan sonra hastanenin işlerini sen yapacaksın.” dedi. Bu olay 1984 yılında yaşandı ve yıl 2020 ben hala buradayım.
2-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile olan bir anınızı kısaca anlatabilir misiniz?
Aysun Abla ile çalışmak esasen çok zevkliydi. Benim bir nevi ustamdı. Mesela bir iş yapılacaksa kendisi gelir, beni çağırırdı. Yapılacak şey nereye ve kim için yapılıyorsa onu da karşısına alır, “Ne istiyorsun, ne amaçla kullanacaksın burayı?” diye sorardı. Ben de yanlarındayım tabii. “Kitaplık yapacağız, şuraya masa koyacağız” derdik. Aysun Abla bana, “Bunun üzerine bir çalış.” derdi. Bir proje çalışması yapardım. Tekrar o proje üzerinden konuşurduk. “Masayı o köşeye değil böyle al,” gibi önerilerde bulunur ve çalışan arkadaşın da fikrini alırdı. Daha, iş yapmadan nasıl olması gerektiğine dair fikirler verir, yol gösterirdi. İş yapılıp bittikten sonra ya arardı ya da gördüğü zaman “Ellerine sağlık” der, teşekkür ederdi. Aysun Abla ile iş konusunda hiçbir sıkıntım olmadı. Beni gördüğü zaman sanki kardeşini, evladını görmüş gibi sevinirdi. Çünkü ben sıkıntı yaratmazdım. Randevularıma sadığımdır. İşi söylediğim gün yaparım. 7/24 hiç fark etmez, hastanede herhangi bir arıza olduğunda gece yatağımdan kalkar gelirim. Burası Aysun Abla’nın yeri değil, kendi yerimiz. Bir arıza olduğunda bana haber verilmediği zaman kendimde bir eksiklik hissediyorum. “Neden bana haber vermediler.” diye kendi kendime hayıflanan birisiyim. Biz artık patron, işçi, çalışan, işveren gözüyle bakmıyoruz. Burası bizim. Ekmeğimizi burada kazandık. Çocuklarımızı, buradan kazandıklarımızla büyütüp, iş güç sahibi yaptık. İşin özeti burası bizim ekmek kapımız. Bir gün kızım dedi ki, “Baba, sen Güven Hastanesi ile çalışıyorsun, her gün görüşüyorsun. Ben de okulumu bitirdim evde oturuyorum, sıkılıyorum. Bana orada bir iş verseler.” Her gün söylüyor, ben de birkaç gün geçiştirdikten sonra bir özgeçmiş hazırlamasını istedim. Aysun Abla’ya götürdüm ve dedim ki, “Abla böyle birine ihtiyacınız varsa benim de kızım var.” Aysun Abla, özgeçmişi aldı baktı ve “Satılmış sen kaç yıldır burada çalışıyorsun?” O zaman 30 yıl olmuştu. “Sen buradan paranı kazanıyorsun, evine ekmek götürüyorsun. Başka ihtiyacı olanlar da gelse, buradan para kazanıp evine ekmek götürse daha iyi olmaz mı?” Bu sözü beni çok etkiledi. Esasen çok mutlu oldum. Doğru söylüyordu. Bugün burada 1500 kişi çalışıyor. Herkes evine ekmek götürüyor. Mobilyasını ben yapıyorum. Boyasını da ben yapayım, fayansını da ben yapayım. Böyle iş olur mu? Herkes evine ekmek götürsün. Herkes sorumluluğunu bilecek, işinin en iyisini yapacak, buradan para kazanıyor, kendi yeri gibi düşünecek. Zaten böyle düşünmezlerse burada çalışamazlar.
Aysun Abla’nın çok iyiliğini gördüm. Hangi birini anlatayım ki… Geriye dönüp baktığımızda kırk yıl var.
1994 yılında, hastanenin inşaatta olduğu zaman döviz krizi yaşandı. Aşağıdaki laboratuvarın dolaplarını yapacaktık. Rahmetli Aysun Hoca yanıma gelip, “Annem döviz birden yükseldi, laboratuvarı da yapacağız, paramız da kalmadı. Ne yapacağız?” dedi. Ben de, “Biz buradayız, ölmedik.” dedim. O zaman da, evimi satıp, başka bir ev alacaktım. “Sen buna hiç kafanı takma, orası bende. Ben evimi sattım. Burayı yapar, teslim ederim. Olduğu zamanda, oradan alıp evimi alırım.” dedim. Gerçek dost diye boynuma sarılıp, ağladığını bilirim. “Abla niye ağlıyorsun, burası sadece senin değil ki, bizim. Sen bu kadar çalışıyorsun, emek veriyorsun, gece gündüz uyumuyorsun. Bizim de buraya böyle bir katkımız olmuş çok mu? Biz kimiz, biz de buradan yıllardır ekmek yiyoruz. Sakın yanımda bir daha ağlama, ben dayanamam.” dedim. “Böyle vefalı dostlarla çalıştığım için çok mutluyum, bunun için ağlıyorum.” dedi. Tabii o, bizim parayı bile harcatmadı. Bizim istememize gerek kalmadan paramızı hemen verdi. Böyle de asil, çok mükemmel bir insandı. Ahmet Abi özünde çok iyi insandı. Ben onun bugüne kadar benimle yüksek sesle konuştuğunu hiç hatırlamam. Beni ne zaman görse “Yavrum bir ihtiyacın var mı?” diye sorardı. Bir kez dükkânıma geldiler. Ahmet Abi, “Satılmış, buranın mülkiyeti senin mi?” diye sordu. Kiracı olduğumu söyledim. “Satarlarsa haberim olsun, burayı sana alalım.” dedi. Böyle de baba bir adamdır. Sevdiğini sever ama eğer biri yanlış yaptıysa, her insan gibi o da kızardı. Beysukent’teki evin çatısı yapılırken de oradaydık. Ahmet Abi arar, çağırırdı. Evden biriydik sanki. Duvara iki çivi çakıldıysa mutlaka birisi bizimdir. Emeğimiz var.
3-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel sizin için ne ifade ediyor?
İkisi de çok iyi insanlardı. Zaman zaman gecekondu mahallelerini gezer, orada yoksulları, hastaları, kimsesi olmayanları araştırırlardı. Bu kişiler bir gün sonra hastaneye gelir, tüm muayenelerini olur, ihtiyaçları karşılanır ve giderlerdi. Bu insanları tanımazlardı, bilmezlerdi ama paylaşmayı, dertlerine deva olmayı çok severlerdi. Ahmet Abi’mi de Aysun Abla’mı da çok severdim. Aysun Abla’m üzülecek diye titrerdim. Aysun Abla, bırakın bana kızmayı, yüksek sesle bile konuşmazdı. Bir iş verdiyse ben o işin hep alternatiflerini bulurdum. Onun da fikrini alırdım. O da bazen benim hevesimi kırmamak için beğenmese bile “Tamam” deyip onaylardı. O da beni kırmamaya çalışırdı. Aysun Abla’ya çok benzeyen bir ablam vardı. Aysun Abla’yı görünce, ablamı görmüş gibi olurdum. İnsan ablasına saygısızlık edebilir mi? O da beni çok severdi.
4-Güven Hastanesi sizin için ne ifade ediyor?
Sevginin, açamadığı kapı yoktur. Nefretin de kapatmadığı kapı. Hangi kapıdan girmek istersen o kapıdan yürürsün. Benim kapım sevgi kapısı, ben işimi severek yapıyorum. Hastaneyi seviyorum, insanlarımızı seviyorum. Aysun Abla bizi böyle yetiştirdi. Ben onu tanıdığımda daha 16 yaşında bir çocuktum. Herkes hocam diye hitap ederdi, ben ise “Abla” derdim. Ahmet Abi’ye de “Abi” diye hitap ederdim. Onlar da beni; kendi evlatları, kardeşleri gibi gördüler. Elimden tuttular. Nüket ve Banu da gecesini gündüzüne katıyorlar. Buradan binlerce insan ekmek yiyor. Hepsinin Allah yar ve yardımcısı olsun. Onları da çok seviyorum. Hepsi benim için mükemmel insanlar. Burada işini severek yapman gerekir. Sevmezsen on katlı binanın yükü sırtında gibi hissedersin. İşini severek yaparsan kuş kadar hafif olduğunu söyleyebilirim.