Metin Akbaba Röportajı
Metin Akbaba – Resepsiyon|
“Benim için su gibi aziz, ekmek gibi mübarektir Güven Hastanesi”
İlk cümlelerinin 41 sene evvel yazılmaya başlandığı bir hikaye, Metin Akbaba’nın Güven hikayesi. Sevinçler, hüzünler, zamansız vedalar yaşandı bu hikayede; Güven Hastanesinin ilk adımlarını attığı yılların da cesaretle yürüdüğü yolların da tanığı oldu Metin Akbaba. Güven’le bağını hiçbir zaman koparmayan Metin Akbaba’dan, Güven hikayesini dinledik.
1-Güven Sağlık Grubunda çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
1980 yılında B Blok’ta başladım. O zaman burası iki katlıydı, beş katlı değildi. Son dört ve beşinci katı daha sonradan yapıldı. Tahran Kliniğinden alındığı zaman ilk ismi, Küçükeller Hastanesi idi. 1979 yılında “Güven Hastanesi” oldu. Başladığımız zaman 26 personel vardı. Ahmet Hoca’m Bursa Tıp Fakültesinde başhekim idi. Ankara’da özel hastane olarak bir tek Güven Hastanesi vardı. Çankaya Hastanesi kapalıydı ve eski ismi Akış hastanesiydi. Şimdi Ziraat Bankası Hastanesi oldu. Böyle başladık.
2-Mesleğiniz ile ilgili bilgi verip, GSG’de unutamadığınız bir mesleki anınızı kısaca paylaşabilir misiniz?
Çok yoğun bir tempoda çalışıyorduk. Tek özel hastaneydi. Sayacağım isimlerin çoğu rahmetlik oldu. Ahmet Yağcıoğlu, İnanç Ayaz, Kenan Paşa, Fahrettin Alparslan Paşa bu isimler GATA’nın komutanlarıydı ve şu an aklıma gelmeyen birçok hekim ile birlikte çalıştık. Ahmet Bey zaman zaman gelir giderdi. Hastanenin tek kilit ismi Aysun Hanım’dı.
B Blok’un hemen yanında, o dönemin Dışişleri Bakanı Orhan Eren Bey’in apartmanı vardı. Yani şimdi bizim D Blok dediğimiz yer. Evleri D Blok’un 3. katındaydı. Kiracı olarak oturuyorlardı. Banu çok küçüktü, ilkokula gidiyordu. Nüket de ortaokul olsa gerek. Gülden Öğretmen vardı, ara sıra ben götürüp getirirdim Banu’yu.
Bir santralimiz vardı, fişli. Eski filmlerdeki Alman santralleri gibi onlarla irtibat kurardık. Bu hattın bir ucu da Ahmet Hoca’mın oturduğu eve bağlıydı. Telefonu kaldırdıkları zaman A-K diye yazardı. Öyle iletişim kurardık. Benim önümde bir fişli santral, masanın üzerinde yatan hasta defteri; telefona bakacaksın, hastayı yatıracaksın, oraya işleyeceksin, doğum raporunu hazırlayacaksın, ölen hastanın ölüm tutanaklarını tutacaksın, arşiv dosyalarını hazırlayacaksın, ameliyat randevularını alacaksın… Mutluyduk. İnsanlar kalben birbirine çok yakındı. Her şey karşılıklı yapılırdı.
Aysun Hanım ve Ahmet Bey çalışanına değer veren, çalışanlarının yemesine içmesine, kılığına kıyafetine çok değer veren insanlardı. 1980’li yıllarda çoğu devlet dairelerinde bile üç vardiya yokken biz hep 8 saat çalışırdık. Rahmetlik Aysun Hanım iki maaş tutarı ikramiye verirdi. Bir prensipleri vardı, çalışanlarının yakınlarının (anne-baba) bir ameliyatı söz konusu olduğu zaman kendi branşı olsun olmasın Ahmet Hoca’m yapar, yapamasa bile buraya gelen hekimler tarafından o ameliyatlar yapılırdı ve para talep edilmezdi. Burası boş bir arsa iken apartman yaptırıldı. Yapım aşamasında tüm katlar, doktor muayenehaneleri olarak düşünüldü. Amaç ise, Kuğulu Park’ta bulunan doktorlar grubunun tamamının buraya gelmesiydi ve bu da gerçekleştirildi. Belli bir zaman sonra TRT’ye bırakıldı. Daha buraya kazma vurulmadan, bu hastane içerisinde ileride lazım olabilecek tüm tıbbi malzemelerin listelerini rahmetlik Aysun Hanım ile peyderpey birlikte çıkarttık. 1991 yılından itibaren bana verilen vekâletname var. Bu hastanenin ithalatında ben görevlendirildim. Gelen tüm tıbbi malzemelerin, uçak yoluyla Esenboğa’dan, tır gümrüğü ile Şaşmaz’dan, İstanbul ve Mersin’den gelen tüm malzemeleri peyderpey getirmeye başladık. Tuzcuoğlu Nakliyat’tan büyük bir hangar tuttuk. Bu hastane daha beton halindeyken hastanenin %80 tıbbi malzemeleri bir depoda hazır olarak tutuluyordu.
B Blokta, şimdiki ameliyathanenin olduğu yer terastı. Hasta yakınları, ameliyatta olan hastalarının haberini almak için o balkonda dururlardı. Daha sonra o balkon ameliyathaneye ilave edildi. Yağmur yağdığı zaman akardı, her yere sekiz on tane kova koyardık. Patır patır akardı. Jeneratör yoktu. Elektrik kesildiği zaman her katta lüks yakardık. Çok zor şartlar altında, çok yüksek tempoda çalışırdık. 1980’li yıllarda 20-25 ameliyat olduğunu düşünün. Aysun Hanım gelmeden telefon açar, “Metin odama hasta aldın mı?” diye sorardı. Başhekim odasında seyyar bir yatak ile doğum, apandisit, ortopedi, trafik kazası hastası yatardı ve taburcu olurdu. Öyle çalıştık biz. Bir muhasebemiz vardı. Muhasebe müdürü Şahap Bey vardı. O da telefon açar, “Çocuklar benim odaya hasta aldınız mı?” diye sorardı; oraya da hasta alırdık. Radyoloji bölümünde röntgen çekilen yerde bile hastanın yatırıldığı zamanlar olmuştur.
3-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel sizin için ne ifade ediyor?
Aysun Hanım iyi bir anne, dünyanın en güzel annesi; iyi bir doktor, iyi bir başhekim, dünyanın en güzel başhekimi. Aysun Hanım hayatının %90’ını insanlara adamış bir insan. Hatta %95 ini. Başımızda bizim anamız gibiydi. İnsan kılığında bir melekti. Yemekhanede personel yemek dağıtırken, Aysun Hanım bazen gelir personelin yanında dururdu. Hiç kötü yemek çıkmadı ki, evimizde yemediğimiz yemekleri biz hep burada yedik. Yemekleri kepçe ile dökerlerken, birden sinirlenir, “Usta oğlum, şu ekmek verdiğin, yemek verdiğin adamın yüzüne bir bakar mısın, bununla doyar mı bu çocuk? Doldursana tabakları.” derdi. Aysun Hanım ve Ahmet Bey tarafından çok güzel işlendim. İşte sadakat, düzen hepsini buradan öğrendim. Her şeyin en iyisi bir insanda mümkün olabilir mi? Aysun Hanım’da vardı. Cennetin bir köşesinde, arkadaşları meleklerle vakit geçiriyor. Ben kendi öz annemde görmediğim yakınlığı, düşünceyi rahmetli Aysun Hanım’dan gördüm. Evladıydık biz onun. Dünyanın en sabırlı insanıydı.
Ahmet Bey, Ağrı Dağı gibi bir insan, keşfedilmesi çok zor ama dünyanın en tatlı insanı. Yüreğinde yumurta zarı kadar kötülük olmayan bir insandır. Bunun dışında, “Hocam benim bir sıkıntım var.” desek anında çözer, hemen sahiplenir. İkisini de çok özlüyorum, çok arıyorum. Ahmet Hoca’m tam bir disiplin abidesiydi. Sert, otoriter, kafasına koyduğunu anında yapan ve kısa süre içerisinde olmasını isteyen; çok şık giyinen, çok kibar konuşan, tam yöresinin insanı ama çok sert, çok disiplinli biriydi. Öyle birini bulmak da mümkün değil. Keşke mezardan çıksa da o disiplini ile yine yaşasa, karşımda otursaydı. O disiplin olmasaydı bunlar gerçekleşmezdi.
Aysun Hanım gece yarılarına kadar bu hastanenin girdisiyle çıktısıyla, hekimi ve personeliyle, geleceğiyle gideceğiyle; mutlu günlerinde, bayramlarda, yılbaşında kısacası her şeyiyle çok yakından ilgilenen biriydi. İnsan kılığında bir melekti. Başka bir şey anlatamam, böyle bir insanla çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Aysun Hanım ile ana-oğul ilişkimiz vardı. Aysun Hanım her insana güvenen biri değildi. İnsanın gözüne baktığı zaman yüreğinden geçen her şeyi anında anlardı. Başarıya ödül, suça ceza misali fakat çok adil bir insandı. Evlerinin kasa anahtarı bende dururdu.
Adillerdi, herkesin hakkını verirlerdi. Kul hakkı yemediler. Hep ileriyi düşünerek hareket ederlerdi. Kitaplarında bugün yoktu. Beyinde, zekâda, düşüncede bunları nasıl bir araya getiririz, neler yaparız diye uğraşırlardı. Hep yenilikten yanalardı. B Blok yanında personelin çay içtiği yerde bir kapak vardır. O kapağı kaldırdığınız zaman su deposu görürsünüz. Ankara’da bir zamanlar çok sık su kesintileri olurdu. B Blok salonun orası da su deposudur, bunları hep Ahmet Hoca’m yaptırdı. Doktor Hanım sinirlendiği zaman da iyi sinirlenirdi. Öyle bir karakter yapısı var ki, çok fazla bağırmadan iki kelime söylerdi. O iki kelime ile bir tır dolusu yumruk yemiş gibi olurdunuz ama kin gütmezdi. Ahmet Hoca’m da öyle bağırır, çağırır, tavanlardan toprak dökülür ama 10 dakika sonra, “Yavrum gel hele buraya.” derdi. Başka türlü bu insanları bir arada tutamazsınız. Güven Hastanesi bu yüzden çok disiplinli.
Aysun Hanım karakterinde bir insan yok. Benzeri vardır ancak o karakterde başka birinin dünyaya gelmesinin mümkünü yok. Çok asil, kibar, giydiği yakışır, sesi yakışır, saçı yakışır… Her şeyiyle sevgi dolu bir insandır. Bir o kadar da alçak gönüllü bir insandır. Personelin arasına girer, ekmeği koparır, tabağına batırır yer, “Öğrenin çocuklar.” derdi. “Bir iş yaparken hepinizin başına her an her şey gelebilir. Öğrenmekte ısrarlı olun, mutlaka öğrenin.” derdi.
4-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile olan bir anınızı kısaca anlatabilir misiniz?
Bir öğretmenin oğlu trafik kazası geçirmiş, yoğun bakımda yatıyordu. Taburcu olacaklardı, hastane masraflarına parası yetmedi. Öğretmeni aldım, Aysun Hanım’ın yanına getirdim ve durumu izah ettim. “Beyefendi ödemeyeceğini söyledi, daha sonra ödeyeyim.” diyor dedim. “Buyurun, oturun, ne iş yaparsınız?” diye sordu. Beyefendiyi güzelce dinledi ve “Metin, hasta taburcu olsun. Bu beyefendiden para almayacaksınız.” dedi. Adamcağız itiraz etti, “Efendim olmaz, senet yapalım, bir süre sonra öderim.” dedi ama Aysun hanım kabul etmedi. Adam ekledi, “Ben size bir şey söyleyebilir miyim? Hani parası olan insanlar rezervasyon yaptırır; lokantaya, tatil beldelerine. Allah’ta sizin için bir yerde rezervasyon yaptırmış.” dedi. Şaşırdık, ne diyecek acaba, diye bekliyoruz. “Cennette Doktor Hanım cennette.” dedi. Bunu zaman zaman rüyalarımda da görüyorum.
Anlatacak o kadar çok şey var ki… Kötü bir anım hiç olmadı. Bir aile içerisinde zaman zaman gülerdik, zaman zaman üzülürdük; zaman zaman kaybettik, zaman zaman kazandık. Tek kötü anım, ikisinin de zamansız ölümleridir. 64 yaşımın yarısından çoğu burada geçti. Aileden biri gibiydik. Bundan da hep gurur duydum. Her yılbaşı B Blok yemekhanesinde toplanırdık. Bir sıkıntı olduğu zaman Aysun Hanım, anaç tavuk misali hepimizi kolu kanadı altına alırdı. Aysun Hanım’ı çok arıyorum. Fakat giden geri gelmiyor. Hayatımda öğrendiklerimin %95’ini Aysun Hanım’dan öğrendim. “Oğlum insanlar diliyle konuşur, ses tonuyla konuşur. Siz gözünüzle konuşun, mimiklerinizle konuşun, yüzünüzdeki tebessüm ile konuşun. Bakın bu kapıdan giren insanların size çok ihtiyacı var.” derdi.
Aysun Hoca’m çok adil, haksızlığa hiç gelemeyen bir insandı. Bir gün; bir hekim, hastayı yatırmış, o zamanın parasıyla 50 lira tutmuş. Sonrasında Aysun Hanım, muhasebede 500 lira tuttuğunu görünce doktoru çağırıp doktora, “Neden böyle oldu? Benim çalıştığım hastanede böyle şeyler olmaz. Benim olduğum hastaneye gelme.” dediğini bilirim. Yurdun her yanından insanlar gelip gidiyor buraya. Tabii ki Aysun Hanım’ın da kızdığı zamanlar vardı fakat gelir geçerdi. Hiçbir şeyi de unutmayan bir insandı. Askere giden personeline her ay olmasa bile aralıklarla para gönderirdi. Verilen her davetiyeye giderdi. Cenazesi olan her personelin cenazesine mutlaka gider, mutlaka yemek gönderirdi. Benim bir aylık senelik iznim var. Bir dilekçe yazardım, “Senelik iznimden 15 günün ücretini alabilir miyim?” derdim. Aysun Hanım okurdu, aynı gün muhasebeye giderdim. 15 günlük izin parasını alırdım. Geri kalan 15 gün ile de tatil yapar, gelirdim.
Bir gün trafik kazası geçirdim ve ayağım kırıldı. Ameliyatıma Aysun Hanım girdi. 45 gün sonunda, iki koltuk değneği ve yine elimde çantam ile çeşitli yerlere gidip geldim. O şekilde hizmete devam ettim. Duramadım. Çalışmadığım zamanlarda bile benim paramı gönderdiler. Şu an yediğim her lokmamı Aysun Hanım ve Ahmet Bey’e borçluyum.
1996 yılında emekli oldum. Şu an oturduğum evi satın alacaktım. 200 lira kadar bir para bulmam lazım, dalgın dalgın dolaşıyordum. Rahmetli Aysun Hoca’m “Metin bir gelir misin? Senin bir sıkıntın mı var?” diye sordu. “Evle mi yoksa burasıyla ilgili bir sıkıntı mı? Sende bir şey var. Söyle bakalım, ben seni tanımaz mıyım?” diye ekledi. Durumu anlattım, “Peki, Ahmet ile görüşeyim sana borç para verelim.” dedi. Ertesi gün işe geldim. Beni yanına çağırdı, çantasından bir şey arıyordu. “Bana kibrit bul gel.” dedi. Getirdim, “Ben seni niye çağırmıştım?” dedi. “Hocam evle ilgili konuşmuştuk.” dedim, hatırladı. “Ahmet ile görüştüm, Metin sana borç para vermeyeceğiz.” dedi. Ben bir iki adım geri attım, arkamdan, “Buraya gel!” diye bağırdı. “Hocam, Ahmet Bey ile görüştüğünüzü, borç para veremeyeceğinizi söylediniz.” dedim. “Oğlum borç para vermeyeceğim dedim. Para vermeyeceğim demedim. Ahmet Ağabeyin ile görüştüm, bize çok emeğin var, çocuklarda çok hakkın var. Şu çeki al lütfen.” dedi. 300 milyon liralık çek. Sene 1996, bugünün parası ile düşünün neye denk gelir. “Bir şartla veriyorum, tapunu getireceksin ve ben göreceğim.” dedi. Bunu unutabilir miyim? Emekliliğimden 10 yıl sonra kızımı evlendirecektim. Emekli olduktan sonra 19 yıl daha çalıştım. Kızım da burada halkla ilişkiler biriminde çalışıyordu. “Aysun Hanım ben emekli oldum, tazminat alma hakkım var mı?” diye sordum. “Ne yapacaksın?” diye sordu. “Kızım evlenecek, birikmiş param yok.” dedim. Muhasebe birimiyle görüştü, “Eşini getir.” dedi. Yani her işi çok sağlıklı, her işi çok emin olarak yapan biriydi. Bana güvenmediğinden değil tabii ki. Eşimi aldım ve hastaneye geldim. “Kızımızı evlendireceğiz.” dedi eşim. Aysun Hanım “Peki” dedi. Aradan bir süre geçti, unutuldu. Nüket Hanım yurtdışından geldi, hoş geldin demeye gittim. “Hayırlı olsun, kızını evlendirecekmişsin.” dedi. “Evlendireceğiz ama bakalım.” dedim. Aysun Hanım, “Sen hala tazminatını almadın mı, neden istemedin?” dedi. Hemen muhasebeyi aradı, “Metin’in parasını hazır edin.” dedi. Bu iyilik unutulur mu?
Ramazanda onları telefonla arayıp sahura kaldırırdım. Aradan zaman geçer, “eve gelsene” derdi. Yediklerinden hiç ayırt etmeksizin tepsi içerisine koyar, “Kaç kişisiniz oğlum?” diye sorar, “Bunu bölüşün.” derdi.
5-Güven Hastanesi sizin için ne ifade ediyor?
Benim için su gibi aziz, ekmek gibi mübarektir Güven Hastanesi. Bu oluşumda baş mimar Aysun Hanım’dır, sonra Ahmet Bey’dir. Bu hastanenin açılışını dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yaptı. Epeyce bir kalabalık vardı. Süleyman Demirel açılışta, “Ahmet Bey’in hakkı ödenmez ama bu hastane Aysun Küçükel Hanımefendinin eseridir.” dedi.
6-Güven Sağlık Grubunun başladığı nokta ile geldiği noktayı kıyasladığınız neler söyleyebilirsiniz?
Yavaş yavaş büyümeye başladık. 1984’lü yıllarda B Blok’un salonunun yarısında Kemal Beyazıt Bey ile toplantılar yapılırdı. Şu an A Blok olan yerin geleceği konuşulurdu. Burası boş bir arsaydı. Yani gün gelecek Kardiyoloji alanında bir çağ atlanacak, çok büyük bir atılım yapılacak, çok büyük hastaneler inşa edilecek, bırakın yurt içini yurt dışından hastalar buraya gelecek denildiğinde; biz sadece bakar, bir anlam da veremezdik. O zamandan bu projeler düşünülmüştü. Ahmet Bey ve Aysun Hanım oldukları günü değil, hep ilerisini düşünürlerdi.
7-'Varsa eklemek istedikleriniz…'
Ahmet ve Aysun Küçükel…Çok insana çok şey veren iki insan.