"Orhan Öztürk Röportajı" sayfasının sürümleri arasındaki fark
1. satır: | 1. satır: | ||
+ | [[Dosya:Personel orhan ozturk.jpg|400px|küçükresim|sağ|Orhan Öztürk]] | ||
+ | |||
''TARİH:10.03.2020 - ORHAN ÖZTÜRK - MUHASEBE'' | ''TARİH:10.03.2020 - ORHAN ÖZTÜRK - MUHASEBE'' | ||
08.46, 9 Aralık 2020 tarihindeki hâli
TARİH:10.03.2020 - ORHAN ÖZTÜRK - MUHASEBE
1986 yılında Güven Hastanesi’nde muhasebe biriminde işe başladım. O dönem burada çalışan bir arkadaşım söylemişti personele ihtiyaçları olduğunu, bir kış günüydü beni çağırdılar ve Ahmet Hoca ile görüştük. Bana o zaman nerede çalıştın, neler yaptın diye sorular sordu. Tamam, yavrum yarın gel başla dedi. Beni işe Ahmet Bey aldı. Biz başladığımız zaman çok az bir personel vardı. 60-70 civarında personel vardı. Uzun yılları işleri hep manuel olarak elle yaptık. Hastanenin kasasından tutun, devletle olan ilişkiler hep elle tutuluyordu. O dönemler daha zorluydu. Daha sonra ilerleyen yıllarda bilgisayar ile tanıştık. Her şey otomasyona geçti. Ama bizim çalışma sistemimiz kendi yaptığım işlerin dışında Aysun Hanım ve Ahmet Bey ile birebir çalışıyorduk. Aysun Hanım ile günde en az 20 kez görüşürdük. Ahmet Bey her yapılmasını istediği bir şey olduğu zaman direkt beni arardı. Tüm hastanenin kasası, parası benim elimdeydi. İş takibi ile ilgili çok büyük vekâletnamelerim vardı. Sonsuz bir güvenleri vardı. Sert mizaca sahiplerdi. İlk zamanlarda çok korkardım ama sonraki senelerde işle ilgili, yani düzgün çalıştığınız zaman, işinizi yaptığınız zaman, dürüst olduğunuzda hiç sorun yaşamıyorsunuz. Bazen ses tonları yükselirdi ama hiçbir zaman kötü muamele ile karşılaşmadım. Sert olmalarına rağmen güvenleri sonsuzdu. Ben de onları çok severdim. Aysun Hanım çok zeki insandı yani bir şey konuştuğunuz zaman direkt gözünüzün içine bakar, mutlaka anlardı. Bir de birbirimizin dilinden anlardık. Aysun Hanım ve Ahmet Bey’i çok iyi keşfetmiştim o dönem ne istediklerini bilirdim işimi de ona göre yapardım. Hiçbir problem yaşamadık çok şükür. Hiçbir maddi manevi kayba uğratmadan 20 yılı tamamladım. İşin gerçeği şu, hakikaten uzun yıllardır rüyalarıma falan girdi. Gençtim, evlendim, çocuklarım oldu burası ile ilgili çok anılarım var.
1995 yılında anjiyo birimi açıldı ilk Yüksek İhtisas Grubu’ndan gelen hocalar vardı. Babamın ağrıları oldu, ilk anjiyosunu burada yaptırdık. Babamın da hayatı pamuk ipliğe bağlı son anda fark ettik damarları tıkanmıştı. Babamın 15 yıl daha yaşamasına vesile olan yerdir burası. Babamın anjiyosu olduğunda ben bekleme salonunda bekliyordum çok stresliydim. Çok üzülmüştüm. Hastane ortamında çalışıyoruz ama kalple ilgili o zaman pek bilgimiz yoktu. Eski binanın olduğu yerde ikinci katta bir kafeterya vardı. Ben çıktım orada babamı kaybedeceğiz diye ağlıyordum. Aysun Hanım ile Banu Hanım nefes nefese beni telkin etmek için yanıma geldiler. Bunu hiç unutamam. Onlar aslında sert görünüyordu ama büyük bir işletmeydi burası. Alt yapısı büyümeye hazır olan bir kurumdu. O şekilde olmaları gerekirdi aslında bunu anladım. Pamuk gibi insanlar. Çok iyiliklerini gördüm her zaman her konuda desteklediler. Biz de canla başla çalıştık. Benimle ilgili sıkıntıları oluğunu zannetmiyorum. Olsaydı yüzüme söylerlerdi. Eşimin parmağı koptu ben yoktum. Aysun Hanım birebir ilgilendi.
Biz eski hastanedeyken yeni bir hastane açıldı. Çok değişik bir vizyon ile açıldı. Aysun Hanım, bizim büyümemiz lazım. Bunu biran önce gerçekleştirmeliyiz. Modernize olmamız lazım dedi. Odalar, cihazlar hastanedeki her şeyi hazırlamamız lazım dedi. Ben direkt olarak para ile ilgili çalıştığım için, çok büyük paralar o zaman şunu söyledim. Bunun için birkaç sene hazırlık yapalım, birden girmeyelim belki kaldıramayız. Kapasitemiz yetmezse borçları karşılamaya dediğim zaman, bizim bekleyecek zamanımız yok bir an önce hareket geçmemiz lazım dedi. Bu düşünce benim kafama hiç yatmamıştı. Konuyla alakalı zaman zaman fikir teyakkuzunda bulunduk. Beni dinlerdi, her toplantıda herkes konuşurdu en son bana ne düşünüyorsun diye sorardı. Fikrime önem verirdi. Biz hızlı bir giriş yaptık. Çok da iyi oldu işler bir anda eskisini katladı. Zaten o çıkışla bugünlere geldik. Ben ayrıldığım zaman 800’ün üzerinde personel vardı. Haklıymış zaman onu haklı çıkardı. Geç bile kalmışız. Tabi o zamanlar bilemiyoruz biz biraz daha korumacı olduğumuz için muhasebede biraz daha adımlarımızı güvenli atmak zorundayız.
Ahmet yapılması istenen şeyi sadece bir kere söylerdi. İkinci bir defa anlamsız bir soru sorduğunuzda çok kızardı. Çünkü anlatırken yeteri kadar anlattığını düşünürdü. Çok otoriter biriydi. Onu çok iyi anlamak, tanımak lazımdı. Santraldeki arkadaşa sakallıyı bana bağla derdi. Onun kim olduğunu arkadaşımız bilmek zorundaydı. Kimdi Hocam, ismi neydi dediğiniz anda kabullenmezdi. Sert bir mizacı vardı. Onun o otoritesi hep diri tuttu. Aysun Hanım ve Ahmet Bey’i gördüğünde insanlar işini boş vermezdi. İyi çalışırlardı.
1993’lü yıllarda Tansu Çiller’in hükümet olduğu dönemde bir kriz yaşandı ülkede. Bende ondan bir hafta önce borsaya girdim. Arabamı sattım, kandırdılar çok iyi olacak diye. Hiçbir şeyim kalmadı. Bir sabah geldim hiçbir şeyim yok para pul hepsi gitti. O zaman da Tansu Çiller Başbakan, Ahmet Hoca’da milletvekili Sağlık Komisyon Başkanlığı falan yaptı. Ben tabi arabasız gelemiyorum oturduğum yer ile Ayrancı arasında vasıta yok. Hanımın bileziklerini satıp kötü bir araba aldım. Eski binanın arkasında bir otopark var oraya bıraktım fakat arabanın her yeri kevgir gibi delik deşik. Ayağımı yerden kessin diye aldım. Otoparka bakan çocuk bir gün Ahmet Hoca seni çağırıyor, çok sinirli dedi. Ahmet Bey beni otoparka çağırmaz, ne yaptım bir hata mı yaptım dövecek mi diye düşünüyorum. O korku ile yanına gittim. Bir gittim benim arabanın etrafında ellerini arkasına almış, eğiliyor arabanın önüne, arkasına bakıyor. Bu araba kimin diye sordu. Benim Hocam dedim. Sen bu arabaya nasıl biniyorsun dedi, buna gücüm yetiyor ne yapabilirim dedim. Bu araba dökülüyor sen bununla kaza yapsan, ölürsün dedi. Öyle deyince rahatladım, kötü bir şey yapmadım benimle ilgili bir şey yok diye rahatladım. Git kendine bir araba al dedi. Hocam nasıl alayım Tansu Hanım bizi perişan etti, yeni araba vardı, her şeyimi kaybettim tekrar alma ihtimalim yok dedim. Git bu arabayı değiştir dedi. Hocam param yok nasıl alayım diyorum, ben sana para vereceğim dedi. Siz vereceksiniz ama ben ödeyemem dedim. Ben banka müdürünü arıyorum, oradan sana para versin, gidip kendine güzel bir araba alıp geliyorsun ve buraya geliyorsun arabayı göreceğim dedi. Hocam acelesi ne diyorum. Oğlum benim gözümün gördüğü birkaç adamsınız. Kaza yapsan ölsen, ben ne yapacağım, kimi oturtturacağım senin yerine? Ben de kendimi düşünüyorum git kendine bir araba al gel dedi. Güzel bir araba aldım geldim, ilk taksitini götürdüğüm zaman benden sana hediye bu araba dedi.
Allah rahmet eylesin, Aysun Hanım’ın cenazesine Kocatepe Camii’ne gittim. Cenazeden sonra protokole gelenler oldu toplu halde taziyede bulunuyorlar. Bende bekliyordum, Ahmet Hoca’nın işi bittikten sonra yanına gidecektim. Onlarla konuşurken beni gördü ve o inşaları öle bırakarak direkt olarak yanıma geldi. Sarıldı Aysun’u kaybettik oğlum ben şimdi ne yapacağım dedi. Misafirlerle ilgilenmem lazım dedi giderken tekrar geri geldi. O dönem ben hastaneden ayrılmıştım. Bir şeye ihtiyacın var mı yavrum dedi. Yok, teşekkür ederim Hocam dedim. Bir şeye ihtiyacın olursa gel dedi. Böyle bir ilişkimiz vardı bizim onlarla, doğruyu yanlışı yırt ediyorlardı hakikaten sert mizaca sahiplerdi fakat herkese değil. Her zaman dua ederim onlar için çok iyiliklerini gördüm. Burada çalıştığım zaman hayatımın en güzel günlerimi yaşadım.
O dönem Kalkınma Bankası size hibe verelim Ahmet Hoca şu cevabı verdi ben devletin 1 Lirasını istemiyorum. Biz burada yaptığımız her şeyi kendi imkânımızla yaparız, o gücümüz var. Devletin parasına ihtiyacımız yok dedi. Böyle düzgün bir insandı.