Orhan Öztürk Röportajı
Orhan Öztürk - Muhasebe - 10.03.2020
“Babamın 15 yıl daha yaşamasına vesile olan yerdir burası”
İnsan zor zamanında yanında olanı, elini uzatanı hiçbir zaman unutmaz. Orhan Öztürk’ün Güven hatıraları bize, insanın ruhuna özgü bu durumu anımsattı. Öztürk; babasının yaşam mücadelesinden, Güven’in desteğinden ve daha nice anılarından vefa ile bahsetti. Sevgili Orhan Öztürk’ten Güven’i ve hatıralarını dinledik.
1-Güven Sağlık Grubunda çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
1986 yılında Güven Hastanesinde muhasebe biriminde işe başladım. O dönem burada çalışan bir arkadaşım, personele ihtiyaçları olduğunu, söylemişti. Bir kış günüydü, beni çağırdılar ve Ahmet Hoca ile görüştük. Bana o zaman Ahmet Hoca, “Nerede çalıştın, neler yaptın?” gibi sorular sordu. Beni işe Ahmet Bey aldı.
2-Mesleğiniz ile ilgili bilgi verip, GSG’de unutamadığınız bir mesleki anınızı kısaca paylaşabilir misiniz?
Biz başladığımız zaman 60-70 civarında personel vardı. Uzun yıllar işleri hep manuel olarak yaptık. Hastanenin kasasından tutun da devletle olan ilişkilere kadar hep elle tutuluyordu. O dönemler daha zorluydu. Daha sonra ilerleyen yıllarda bilgisayar ile tanıştık. Her şey otomasyona geçti. Ama bizim çalışma sistemimizde, kendi yaptığımız işlerin dışında Aysun Hanım ve Ahmet Bey ile birebir çalışmamız gerekiyordu. Aysun Hanım ile günde en az 20 kez görüşürdük. Ahmet Bey yapılmasını istediği bir şey olduğu zaman direkt beni arardı. Tüm hastanenin kasası, parası benim elimdeydi. İş takibi ile ilgili çok büyük vekâletnamelerim vardı. Sonsuz bir güvenleri vardı.
3-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel sizin için ne ifade ediyor?
Sert mizaca sahiplerdi. İlk zamanlarda çok korkardım. Fakat işle ilgili, yani düzgün çalıştığınız zaman, işinizi yaptığınız zaman, dürüst olduğunuzda hiç sorun yaşamıyorsunuz. Bazen ses tonları yükselirdi ama hiçbir zaman kötü muamele ile karşılaşmadım. Sert olmalarına rağmen güvenleri sonsuzdu. Ben de onları çok severdim. Aysun Hanım çok zeki insandı yani bir şey konuştuğunuz zaman direkt gözünüzün içine bakar, mutlaka anlardı. Bir de birbirimizin dilinden anlardık. Aysun Hanım ve Ahmet Bey’i çok iyi keşfetmiştim. Ne istediklerini bilirdim, işimi de ona göre yapardım. Ahmet Bey, yapılması istenen şeyi sadece bir kere söylerdi. İkinci bir defa anlamsız bir soru sorduğunuzda çok kızardı. Çünkü anlatırken yeteri kadar anlattığını düşünürdü. Çok otoriter biriydi. Onu çok iyi anlamak, tanımak lazımdı. Santraldeki arkadaşa, “Sakallıyı bana bağla.” derdi. Onun kim olduğunu arkadaşımız bilmek zorundaydı. “Kimdi Hocam, ismi neydi?” dediğiniz anda kabullenmezdi. Sert bir mizacı vardı. Onun o otoritesi hep diri tuttu. Aysun Hanım ve Ahmet Bey’i gördüğünde insanlar işini boş vermezdi. İyi çalışırlardı.
Hiçbir problem yaşamadık çok şükür. Hiçbir maddi manevi kayba uğratmadan 20 yılı tamamladım. Gençtim, evlendim, çocuklarım oldu burası ile ilgili çok anılarım var.
4-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile olan bir anınızı kısaca anlatabilir misiniz?
1995 yılında anjiyo birimi açıldı. Yüksek İhtisas Grubundan gelen hocalar vardı. Babamın ağrıları oldu, ilk anjiyosunu burada yaptırdık. Babamın da hayatı pamuk ipliğine bağlı, damarlarının tıkandığını son anda fark ettik. Babamın 15 yıl daha yaşamasına vesile olan yerdir burası. Babamın anjiyosu olduğunda, ben bekleme salonunda bekliyordum ve çok stresliydim. Çok üzülmüştüm. Hastane ortamında çalışıyoruz ama kalple ilgili o zaman pek bilgimiz yoktu. Eski binanın olduğu yerde ikinci katta bir kafeterya vardı. Orada, babamı kaybedeceğiz, diye ağlıyordum. Aysun Hanım ile Banu Hanım nefes nefese beni telkin etmek için yanıma geldiler. Bunu hiç unutamam. Onlar aslında sert görünüyordu ama büyük bir işletmeydi burası. Alt yapısı büyümeye hazır olan bir kurumdu. O şekilde olmaları gerekirdi aslında, bunu anladım. Pamuk gibi insanlar. Çok iyiliklerini gördüm her zaman her konuda desteklediler. Biz de canla başla çalıştık. Benimle ilgili sıkıntıları oluğunu zannetmiyorum. Olsaydı yüzüme söylerlerdi. Eşimin parmağı koptu, ben yoktum. Aysun Hanım birebir ilgilendi.
1993’lü yıllarda Tansu Çiller’in hükümet olduğu dönemde bir kriz yaşandı ülkede. Ben de ondan bir hafta önce borsaya girdim. Arabamı sattım, kandırdılar, çok iyi olacak, diye. Hiçbir şeyim kalmadı. Bir sabah geldim, hiçbir şeyim yok para pul hepsi gitti. O zaman da Tansu Çiller başbakan, Ahmet Hoca da milletvekili. Ahmet Hoca, Sağlık Komisyon Başkanlığı falan yaptı. Ben tabii, arabasız gelemiyorum çünkü oturduğum yer ile Ayrancı arasında vasıta yok. Hanımın bileziklerini satıp kötü bir araba aldım. Eski binanın arkasında bir otopark var, oraya bıraktım fakat arabanın her yeri kevgir gibi delik deşik. Ayağımı yerden kessin, diye aldım. Otoparka bakan çocuk bir gün, “Ahmet Hoca seni çağırıyor, çok sinirli.” dedi. “Ahmet Bey beni otoparka çağırmaz, ne yaptım bir hata mı yaptım?” diye düşünüyorum. O korku ile yanına gittim. Bir gittim benim arabanın etrafında ellerini arkasına almış, eğiliyor arabanın önüne, arkasına bakıyor. “Bu araba kimin?” diye sordu. “Benim hocam.” demem üzerine, “Sen bu arabaya nasıl biniyorsun?” dedi. Ben de, “Buna gücüm yetiyor ne yapabilirim?” dedim. “Bu araba dökülüyor. sen bununla kaza yapsan, ölürsün.” deyince, kötü bir şey yapmadım benimle ilgili bir şey yok, diye rahatladım. “Git kendine bir araba al.” dedi. “Hocam nasıl alayım, Tansu Hanım bizi perişan etti, yeni arabam vardı fakat her şeyimi kaybettim. Tekrar alma ihtimalim yok.” diyerek durumu anlattım. “Git bu arabayı değiştir.” demesi üzerine “Hocam param yok, nasıl alayım?” dedim. Ahmet Hoca, bana para vereceğini söyledi. Ben de, “Siz vereceksiniz ama ben ödeyemem.” dedim. “Ben banka müdürünü arıyorum, sana para versin, gidip kendine güzel bir araba alıp buraya geliyorsun arabayı göreceğim.” dedi. “Hocam acelesi ne?” diye sormam üzerine, “Oğlum benim gözümün gördüğü birkaç adamsınız. Kaza yapsan ölsen, ben ne yapacağım, kimi oturtacağım senin yerine? Ben de kendimi düşünüyorum git kendine bir araba al.” dedi. Güzel bir araba aldım, ilk taksitini götürdüğüm zaman, “Benden sana hediye bu araba.” dedi.
O dönem Kalkınma Bankası “Size hibe verelim.” dedi. Ahmet Hoca ise “Ben devletin 1 Lirasını istemiyorum. Biz burada yaptığımız her şeyi kendi imkânımızla yaparız. O gücümüz var. Devletin parasına ihtiyacımız yok.” dedi. Böyle düzgün bir insandı.
Allah rahmet eylesin, Aysun Hanım’ın cenazesine Kocatepe Camii’ne gittim. Cenazeden sonra protokole gelenler oldu, toplu halde taziyede bulunuyorlar. Ben de bekliyordum, Ahmet Hoca’nın işi bittikten sonra yanına gidecektim. Onlarla konuşurken beni gördü ve o insanları bırakarak direkt olarak yanıma geldi. Sarıldı, “Aysun’u kaybettik oğlum. Ben şimdi ne yapacağım?” dedi. “Misafirlerle ilgilenmem lazım.” dedi. Geriye döndü ve “Bir şeye ihtiyacın var mı yavrum?” diye sordu. O dönem ben hastaneden ayrılmıştım. “Yok, teşekkür ederim hocam.” dedim. “Bir şeye ihtiyacın olursa gel.” dedi. Böyle bir ilişkimiz vardı bizim onlarla. Doğruyu yanlışı ayırt ediyorlardı hakikaten. Sert mizaca sahiplerdi fakat herkese değil. Her zaman dua ederim onlar için. Çok iyiliklerini gördüm. Burada çalıştığım zaman hayatımın en güzel günlerimi yaşadım.
5-Güven Sağlık Grubunun başladığı nokta ile geldiği noktayı kıyasladığınız neler söyleyebilirsiniz?
Biz eski hastanedeyken çok değişik bir vizyon ile yeni bir hastane açıldı. Aysun Hanım, “Bizim büyümemiz lazım. Bunu bir an önce gerçekleştirmeliyiz. Modernize olmamız; odalar, cihazlar hastanedeki her şeyi hazırlamamız lazım.” dedi. Ben direkt olarak para ile ilgili çalıştığım için o zaman şunu söyledim: “Bunun için birkaç sene hazırlık yapalım. Birden girmeyelim belki kaldıramayız. Kapasitemiz yetmez borçları karşılamaya.” Aysun Hanım ise, “Bizim bekleyecek zamanımız yok, bir an önce harekete geçmemiz lazım.” dedi. Bu düşünce benim kafama hiç yatmamıştı. Konuyla alakalı zaman zaman fikir alışverişinde bulunduk. Beni dinlerdi, her toplantıda herkes konuşurdu, en son bana “Ne düşünüyorsun?” diye sorardı. Fikrime önem verirdi. Biz hızlı bir giriş yaptık. Çok da iyi oldu, işler bir anda eskisini katladı. Zaten o çıkışla bugünlere geldik. Ben ayrıldığım zaman 800’ün üzerinde personel vardı. Zaman, onu haklı çıkardı. Geç bile kalmışız. Tabii o zamanlar bilemiyoruz. Biz biraz daha korumacı olduğumuz için muhasebede, adımlarımızı biraz daha güvenli atmak zorundayız.