Ali Küçük Röportajı
Ali Küçük - Aşçı
“Aysun Hoca, personelini çok düşünürdü”
Güven Hastanesinin emektar aşçısı Ali Küçük’ün Güven serüveni 1976 yılında başladı. Çalıştığı yıllar boyunca hatıralar, sevinçler, hüzünler biriktirdi. Güven anılarını bizimle paylaştığında ise samimi ifadeleri, tatlı dili ve içten duyguları yüzümüzü gülümsetti. Sevgili Ali Küçük’ten; Güven’i, Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile yaşadığı tatlı anılarını dinledik.
1-Güven Sağlık Grubunda çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
Güven Hastanesinde çalışmaya 1976 yılında eşimle birlikte başladık. Bir arkadaşımızın eşi, Çevre Sokak’ta kuafördü. Rahmetli Aysun Hoca’m da oraya gidermiş herhalde. Oradaki hanım, “Buraya personel alınıyor mu?” diye sormuş ve bizden bahsetmiş. Aysun Hoca’m da “Gelsinler.” demiş. Geldiğimizde Aysun Hoca’m ameliyattaydı. Şahap Bey, Gündeyiş Hanım vardı. Aysun Hoca’m ameliyattan çıktı, “Tamam, aşağıya inin, ustayla görüşün.” dedi. Önceden fabrikada, askerde aşçılık yapmıştım bu yüzden aşçı yardımcısı olarak girdim işe. Ahmet Usta vardı, emekli olacaktı. Onun yerine biri lazımdı. Ahmet Usta, Şahap Bey ile görüştü. Benim için, “Yapar bu işi” dedi böylece Ahmet Usta gidince, ben de aşçı olarak görev yapmaya başladım. Benim hanım da becerikliydi. Elazığ’dan peynir gelirdi. Gözleme yapar getirirdi. Rahmetli Ahmet Hoca’m Camın önünden geçerdi “Yavrum, o yaptığın kadayıfın sıcağından ver bana.” derdi. Bu işte sadece yemek yapmak yeterli değildir. Titiz olmak, güzel sunum yapmak, becerikli olmak da çok önemlidir.
2-Mesleğiniz ile ilgili bilgi verip, GSG’de unutamadığınız bir mesleki anınızı kısaca paylaşabilir misiniz?
Elazığ’dan balık gelirdi, keklik, tavşan gelirdi. Gelen şeylerden ben sorumluydum. Kışın ben işe geliyordum. Ayvayı rendeler, reçel yapardık. Kahvaltı yetişsin diye bal yerine reçel koyardık. Kahvaltıyı yetiştirelim diye neler yapardık.
Rahmetli Aysun Hoca’m, el arabası üzerinde plastik naylon satan satıcıları görünce, arkadaşlara, “Ali Usta’yı çağırın.” derdi. “Bir şey lazım mı sana?” diye sorardı. Çırpma teli, süzgeç falan alırdı oradan. “Ekmekler çok ziyan oluyor. Ameliyathanede artan bir sürü yemek var.” dedi. “Hocam ameliyathaneye üç yemek lazımsa beş yemek istiyorlar, gelecek var,” diye dedim. “Ekmeği kalın kesersen ucundan artar, ama ekmek ince kesilirse bir dilim yer başka yemezsin ziyan olmaz.” dedi. Yani çok idareciydi. Yemeğin hesabını sormazlardı. Yeter ki israf olmasın. Bir gün Aysun Hoca’m, “Ahmet Elazığ’da milletvekili oldu. Ona bir kan akıtmamız lazım.” dedi. Akşam eve gittik. Kurbanlığı almışlar. Ahmet Hoca’m yoldan geldi, “Ali ne var ne yok yavrum?” dedi. Buranın kurbanlarını hep ben keserdim. Banu Hanım bir araba almıştı. Adı Cici idi galiba. “Ali Ağabey bu araca bir kurban kesilecek.” demişti.
Zekai diye bir arkadaş vardı. Babasının Anadol marka bir aracı vardı. O arabayla Nüket ve Banu’yu okula götürürdü.
Kıbrıs Harekâtı zamanı sokağa çıkma yasağı vardı. İşe gelemezdik, gelince burada kalırdık. Gece çiğ köfte yapardım. Tepsileri hazırlardım.
Ben izinliyken bir gün hastaneye malzeme gelmiş. Asansörün de belli bir kapasitesi var. Malzemeyi fazla yüklemişler. Üzerine de birkaç kişi binmiş. Asansör inerken duvara yaslanmış kalmış. Ahmet Hoca da duymuş. “Dün asansörü kim yaptı?” diye sordu. Benim de haberim yok. Ahmet Hoca’m kızdı onlara. Balyoz ile kırdılar duvarı yaptılar tekrar.
3-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile olan bir anınızı kısaca anlatabilir misiniz?
Bir gün Ahmet Hoca’ya, soğan doğranmış bıçak ile karpuz kesmişler. Camdan bir kızdı, hiç unutmam. Bir gün de, bir arkadaş hasta kaydı yaparken elleri titredi. Beni çağırdı, “Buyurun hocam,” dedim. “Yavrum bu ne içiyor, ne yapıyor görmüyor musunuz bunu?” diye bir kızdı. Personelin mutfağa girmesi yasaktı. Mutfağa Ahmet Hoca geliyormuş. Ayak seslerini duyunca, “Mutfağa girmek yasak!” diye bağırdım. “Ali, benim yavrum.” dedi. Servisi verdik, ızgara köfte yazıyor. “Bunların sayısı var mı? Bana ver.” dedi. “Yok, hocam.” dedim ve hemen verdim. Servis bitti. Köftelerin ızgarada dura dura üzerleri biraz yanar gibi kurumuştu. “Ali bu köfteleri lokantada yer misin?” dedi. “Hocam bunlar biraz ızgara üzerinde kalmış.” dedim. Kızdı bana, kızınca da üzerine de yoğurt sıçradı, sildik.
Bir gün ben izinliyim. Ahmet Hoca’nın iki ayağı da kırılmış. Elemanlar diyor ki, “Ali Ağabey, ne olur gel.” Geldim, geçmiş olsun diye hocamın yanına giriyorduk. Ahmet Hoca’nın odasına gitmeye imkân yoktu. Ben yanına otururdum. “Şunu al.” derdi, ben de yazardım. “Ali bana küçük bir ekmek yap, bir şey gönder.” dedi. Yaptım gönderdim. “Ali yavrum, bir paça yap, sen güzel yapıyorsun.” dedi. Bir gün bizim elemanlar yapmış götürmüş. “Kim yaptı bunu?” diye sormuş. “Bu Ali’nin yaptığı çorba değil.” demiş. Sarma yapardık, Aysun Hoca’m çok severdi. Dolmanın içini yapardım. Bir gün, “Ali Usta, topaç gibi dolma sarıyorsunuz, bunları küçük sarın.” dedi. “İnce sararsak 10 tane koymak lazım, kalın olunca 3-4 tane koyabiliyoruz.” dedim. Bir şey demedi sonra.
Ahmet Hoca’mın annesine Babaanne derdik. Aysun Hoca, personelini çok düşünürdü. Bir gün canım sıkkın, Aysun Hoca mutfağa geldi, “Ali Usta senin bir derdin var.” dedi. “Oğlum askere gitti, evin de taksitleri var hocam.” dedim. “Hemen muhasebeye git, para al.” dedi. Buradaki insanlar böyle ev sahibi oldular. Bir gün küçük mutfaktayım, Aysun Hoca’m geldi, “Sen burada nasıl çalışıyorsun?” diye sordu. Hastane inşaat halindeyken 2- 3 ay kadar küçük bir yerde yemek yaptık. Bir gün de bir doktor yemeği beğenmemiş, yemek geri gelmiş. Aysun Hoca’m da yanımızdaydı. Sinirlendi, “Görmüyor musun bu çocuk ne şartlarda yemek yapıyor, siz yemek beğenmiyorsunuz.” diye kızdı ve onu işten gönderdi.
O ölmedi, imkân yok. Allah’ım onu cennete koydu. Hocam ekmeğin içine bir şey koyar yer, bir yandan hastaneyi gezerdi. Böyle insan unutulur mu, ekmeğini veriyor, işini veriyor, seni düşünüyor. Yemin ediyorum annemden babamdan fazla onu seviyordum. Annemden babamdan daha iyiydi. Rahmetli babam başımdan gidin dedi, ben de geldim burada işe başladım. Ahmet Hoca gelirdi eline limon sıkardım; saçına sürer, meclise giderdi. Aysun Hoca, “Ali Usta gel, filanca kişinin annesi ölmüş, ona bir helva yapalım.” derdi. Yapar, cenaze evine götürürdük. Bir gün Aysun Hoca’m arabayı kullanıyor, ben de arka koltuktayım. Cenaze evlerine yemek götürüyorduk. Çorba kasislerde sallanırdı.
Bir gün Ahmet Hoca’nın arabası park halindeyken arkadan araç geldi ve arabaya vurdu. “Ahmet Hoca’m da gördü alkışladı, “Duran arabaya da vurulmaz ki.” dedi. Tadilat vardı hastanede, elektrik kabloları, hurda şeyler vardı. Aysun Hoca’m malzemelerin yanına oturur, işine yarayanları kenara ayırırdı. Bir gün de ayna görmüş, “Ali Usta, bu senin işine yarar, bunu al, eve götür.” demişti. “Doktor Hanım birde şurada bir boru var, benim gözüm ona ilişti.” dedim. “Ne borusu?” diye sordu. Tarif ettim, “Al götür.” dedi. Ev yapacağım yere askeriye tel çekmiş, içeri almış. “Benim para boşa gitti” dedim. Aysun Hoca’m da “Bul, başka yerden alalım.” dedi. Bir gün de “Oruç tutan kaç kişi var, say ve gel.” dedi saydım, geldim. O kadar kişiye karpuz, pide aldı geldi. Aysun Hoca’m olmasa hastane batardı. O varken hiçbir şey yoktu.