Mehmet Altuntaş Röportajı

Güven Tarihçe sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Mehmet Altuntaş-Mimar

“Güven Hastanesi, Türkiye’nin mimari projesi hastane olarak planlanmış ilk özel hastanesidir”

Kariyer yolculuğunu pek çok başarılı proje ile taçlandırmış Mimar Mehmet Ulutaş, Güven Hastanesinin projelendirmesinden inşaatın bitimine kadar tüm aşamalarda etkin rol oynadı. Güven Hastanesinin mimarisinde, sonradan eklenen bloklarda, gittikçe büyüyen yapıda imzası bulunan Mimar Mehmet Ulutaş’tan Güven’i, Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel’i dinledik.

1-Kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben Mehmet Altuntaş. 1952 yılında Kırşehir’de dünyaya geldim. İlkokul, ortaokul ve liseyi burada bitirdim. Sonra Ankara Devlet Mimarlık Akademisinde mimarlık eğitimi aldım. Burada 4 sene asistan öğretim görevlisi olarak çalıştım. Serbest çalışmalarım da devam ediyordu. O günden bugüne mesleğimi icra etmekteyim. İdari binalar, üniversiteler ve oteller yapıyoruz ama daha çok sağlık yapıları üzerine uzun yıllardır çalışıyorum. Zannediyorum Türkiye’de resmi ve özel 40’a yakın sağlık yapısı projelendirdim. Bunların içinde Sasan A.Ş gibi sağlık malzemeleri üreten tesisler ve diyaliz merkezleri de var. Diyaliz merkezlerini Türkiye’de ilk kez yapanlardan biriyim ve ilk kuruldukları zaman Mardin, Diyarbakır, Trabzon, Kütahya, Antalya gibi birçok ilimizden hiç tanımadığım insanların ricası üzerine projelerini de değerlendirmişimdir.

2-Güven Sağlık Grubunda çalışmaya nasıl ve ne zaman başladınız?

Hastanenin yapılması için hazırlanan proje, Mimar Yılmaz Uğurlu’ya teklif edilmişti. Ortak olduğumuz için birlikte çalışmayı istedi ve 1994 yılının Nisan ayında proje üzerinde çalışmaya başladık. Fakat Yılmaz Bey’in İstanbul’a yerleşmesi nedeniyle kısa bir süre birlikte çalıştık. O gidince projeyi ben yürütmeye başladım. Aysun Hanım ile bu vesileyle tanıştık. Ahmet Bey ile ise yaklaşık bir sene sonra milletvekilliği görevi sona erdikten sonra çalışmaya başladık.

3-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel sizin için ne ifade ediyor?

Dr. Aysun Küçükel bana her zaman “kardeşim” diye hitap etmiştir. Ben saygımdan dolayı ona “Aysun Hanım” derdim ama açıkçası “Aysun Abla” demeyi çok isterdim. Son derece değerli, çalışkan, müthiş bir pratik zekaya sahip bir iş insanıydı. Harika bir idareciydi. Ahmet Bey ile hastane yapısı anlayışımız farklıydı. O daha çok hastanenin otelcilik bölümünü öne çıkarmak istiyordu. Ben ise hem proje olarak hem de inşaat olarak hastane yapmak istiyordum. Bütün sıkıntıyı burada yaşadık. Tatlı çekişmelerimiz hep oldu. Ben de biraz ters bir adamım galiba. Ama Ahmet Bey, özünde kalbi çok temiz bir insandı. Mesela birine bağırırdı ama 10 saniye sonra gider boynuna sarılırdı. Ahmet Hoca’yı da Aysun Hoca’yı da severdim. Ama Aysun Hoca’ya özel bir sevgi ve saygı duyardım.

4-Güven Sağlık Grubunda unutamadığınız bir mesleki anınızı kısaca paylaşabilir misiniz?

Aradan 26 sene gibi uzun bir zaman geçti. Çoğu şeyi hatırlamıyorum inanın. İnşaat sırasında olan çok hoş anılardan bir tanesini paylaşayım. İhtiyaçlardaki değişikliklere (yeni bir cihaz alımı gibi) göre zaman zaman proje üzerinde bazı değişiklikler yapmamız gerekiyordu. Yaptığımız yeri yıkıp tekrar yeni duruma göre düzenlemek gerekiyordu inşaatı. Ahmet Bey de inşaat aşamasını bizzat takip eder ve bu tür düzenlemelerden hoşlanmazdı. Aysun Hanım bu gibi durumlarda bana sordu ne yapalım diye. Ben de kolay olduğunu ama Ahmet Bey’i, o süre boyunca buradan uzaklaştırmamız gerektiğini, söylerdim. Aysun Hanım ne yapar eder Ahmet Bey’i ya Mersin’e ya da Elazığ’a gönderirdi. Yine bir gün A Blok inşaatı bitmek üzereyken, Ahmet Bey ile birlikte poliklinikleri dolaşıyorduk. Bana dönüp “Epey bir yer yaptınız, yıktınız. Bunları fark etmediğimi mi sandınız? Bunlar için ilave ne kadar para harcadınız?” dedi. Tam hatırlamıyorum şu an ama tutarı söyledim. “İyi çok fazla bir şey değilmiş o zaman.” dedi. Böyle güzel ve ilginç anılarımız da var. Sürtüşmelerimiz çok olurdu. Hatta birkaç defa işi bıraktım. Ama sonra Rahmetli Aysun Hanım telefonlar etti, büroya kadar geldi. İşi yarım bırakmamam için çok ısrar etti. Ben de kıramadım ve tekrar inşaata devam ettim. Ahmet Bey ile aramızda çekişmeler olurdu ama bana da çok güvenirdi.

5-Dr.Aysun Küçükel ve Dr.Ahmet Küçükel olan bir anınızı kısaca anlatabilir misiniz?

O kadar çok anı var ki. Hem hastanenin proje aşamasında hem de inşaat aşamasında yüzlerce anı var. İlk aklıma geleni anlatayım. Proje çalışmalarını yaparken her branştan doktorlar ile grup toplantıları yapmaya başladık. Örneğin; Üroloji, kardiyoloji… Ne istediklerini sordum. Kimi 100 metrekare, kimi 500 metrekare yer istiyordu. Ben de sadece dinleyip not aldım. Bu toplantılar yaklaşık bir buçuk ay kadar sürdü. Tabii yerler belirlenince herkese hemen hemen 50 metrekare yer düştü. Bunu söyleyince hepsi çok şaşırdı. “Beyler bizim zaten toplam zemine oturuş alanımız 1200 metrekare, sizin benden istediklerinizi toplarsam 10000 metrekareye geliyor. İmkansız.” diyerek durumu izah ettim. Onlar da anladılar ve kabul ettiler. Hastanenin proje aşamasında rahmetli Altan Abi ile bir firma ile anlaşıp ihaleyi sonuçlandırdık. Ahmet Bey ile konuştum, “O zaman hazırlayın sözleşmesini, saat 10.00’da gelsinler, imzalayalım.” dedi. Ben de firma sözleşmeyi hazırlayıp firma yetkilisine haber verdim. Gece 12 gibi Ahmet Bey beni aradı, “Sözleşmeyi imzalama. Başka bir firma gelecek. Yeniden proje ve fiyat getirecek. O projeyi de incele. Uygunsa onlar ile yapacağız sözleşmeyi.” dedi. Peki, dedim ama merak ettim projeyi. Önceden getirdikleri proje ile hiç alakası olmayan, bizim anlaştığımız firmanın projesini kopyalayıp getirmişler. Mesleki açıdan hiç etik olmayan bir davranıştı. O firmanın verdiği fiyatın bir tık altına inmişlerdi. Onayladık ve inşaata başlandı. Bunlar zaman geçtikçe teminat mektuplarını istemeye başladılar. Ben de sözleşme gereği, “İlişiksiz belgesini bize getirin, teminat mektubunu iade edelim.” diyorum. Tamam, diyorlar aradan 4-5 ay geçiyor fakat ilişiksiz belgesini getirmiyorlar. Tekrar teminat mektubunu talep ediyorlar, ben yine aynı şeyi söylüyorum. Yan tarafta -şimdiki C Blok- bir apartman vardı. O apartmanın zemin katındaki bir daireyi şantiye binası olarak tutuyorduk. Dairenin salonunda Ahmet Bey’in masası var. Benim de çalışma masam Ahmet Bey’in masasının yanındaydı. Genelde öğlene kadar orada oluyordum. Sonrasında kendi büroma geçiyordum. Bir gün inşaatı yapan firmanın genel müdürü ve yanında son derece zarif bir kadın geldi. Ahmet Bey’in yanına oturdular. Güzel bir muhabbet ettiler. Muhabbetin sonlarına doğru, teminat mektubunu alamadıklarını söylediler. Ahmet Bey, muhasebede çalışan Orhan Özütürk’ü aradı. Teminat mektubunu getirmelerini söyledi. İlk önce ses çıkarmadım sonrasında, “İlişiksiz belgesini getirdiniz mi?” diye sordum. Kızcağız, getirmediklerini, söyledi. “O zaman teminat mektubunu size veremeyiz.” dedim. İlişkisiz belgesini getirmeden, teminat mektubunu vermeyeceğimi defalarca söylemiştim. Tabii bu arada inşaat biteli neredeyse 2 yıl olmuştu. Ahmet Bey bu durumu duyunca inanılmaz derece sinirlendi. Çünkü kendisini aldattıklarını düşündü. “Bir daha bana gelmeyin. Mehmet Bey’in ne istediğini bilmiyorum ama ne istiyorsa onu getirin. Öyle alırsınız paranızı.” dedi. Böyle bir sürü anı var.

Hastanenin inşaatı epey sürdü. Hatta bir ara benim de tanıdığım, bir firmada koordinatörlük yapan Karadenizli bir abimiz vardı. Ahmet Bey, onu şantiyenin başına koymuştu. İnşaatı yapan firma ile sözleşmeleri ben hazırlamıştım. Hafriyat, Şimşek Sokak’taki binanın seviyesine gelince, “Zarar ediyoruz. Bize para vermeniz lazım. Fiyat farkı istiyoruz.” diyerek inşaatı durdurmuştu. Kararlarından döndürmek için epey uğraşmışlar fakat döndürememişler. Aysun Hanım, beni aradı ve “Bunlar işi durdurdu. Ne yapacağız?” diye sordu. Ben de, “Size bir yazı müsveddesi göndereyim. Resmi olarak yazıp firmaya yollayın.” dedim. Sözleşmenin maddelerine atıf yaparak bir yazı yazdım. “Üç gün içinde başlamazsanız teminatınıza el konulacaktır.” gibi şeyler yazdım. Firma, ikinci gün inşaata başladı. Aysun Hanım, telefon edip “Ne yazdın da bunlar hemen inşaata başladı.” dedi. Ben de “Önemli değil, önemli olan inşaata başlamaları.” dedim. Böyle o kadar çok anı var ki… Zaten inşaatın olduğu yerde olaylar bitmez. Biz 1995 yılında hafriyat ve kazık işlerini yapmaya başladık. 1999 yılında da hastane bilfiil açıldı. Aslında oldukça hızlı yapıldı sayılır. “Güven Hastanesi, Türkiye’nin mimari projesi hastane olarak planlanmış ilk özel hastanesidir.” İlerleyen zamanlarda, Güven Hastanesinin projelendirmesinde yaptığımız işleri, Sağlık Bakanlığının yönetmeliklerinde yer almasını sağladım.

6-Güven Hastanesi sizin için ne ifade ediyor?

Aysun Hanım bir gün bana, “Mehmetciğim, senden çok şey öğrendik.” dedi. Doğru, Hastane fonksiyonlarında ve hastane planlamasında çok desteğim oldu. Fakat ben de hastane işletmeciliğinde çok şey öğrendim. Türkiye’de hastane işletmeciliğini bilen mimar çok nadirdir. Projeci mimarlardan bahsediyorum. Hastanenin teknik servisinde çalışan bir mimarsa ve biraz da hevesliyse öğrenebilir hastane işletmeciliğini. Ama bir projecinin, hastane işletmeciliğini bilmesinin çok önemli olduğunu, burada öğrendim. Çünkü inşaatı Aysun Hanım ile birlikte yaptık. Ben ondan hastane işletmeciliğini öğrendim. Aysun Hanım da; hastane fonksiyonlarının nasıl olması gerektiğini, ilişkileri, sirkülasyonu, hastane içerisindeki birbirini kesmemesi gereken sirkülasyonları öğrendi. Aysun Hanım’la bu konu aramızda geçmişti. “Ben senden çok şey öğrendim.” dediği zaman, ben de “Ben de sizden çok şey öğrendim.” dedim. Hakikaten öyle idi. Bütün yapılar her mimarın evladı gibidir. Hafriyattan tutun da çatının en sonuna kadar binanın yapımıyla bilfiil ilgilendim. Hem projeyi ve detayları hem de inşaatı yürüten kişi olarak çok şey öğrendim. Yani bir babanın evladının büyümesini görmesi gibi. Her mimarın yaptığı yapı evladı gibidir. Ben Güven Hastanesinin büyümesini gördüm. Kendi elimle büyüttüm. Bu benim için çok önemlidir.

Bir binayı projelendirip mal sahibine verirsiniz. Seneler sonra o binaya yolunuz düşer ve o binaya girersiniz. Belki orada bir heyecan duyarsınız ama ben de öyle bir şey olmadı. Çünkü ben, Güven Hastanesinin sürekli içindeydim. Benim ilk anjiyom burada oldu mesela. Ama eski binada, şimdiki B Blok dediğimiz, binada oldu. İnşaatın yapıldığı zamanlarda sırtım ve göğsüm çok ağrırdı. Bir gün yine çok göğsüm ağrıyordu. Bu ağrının boyun fıtığı yüzünden olduğunu biliyordum. Hiç keyfim yokmuş. Sabah şantiyeye geldiğimde Aysun Hanım fark etmiş. “Neyin Var?” diye sordu. Ben de göğsümün çok ağrıdığını söyledim. “Ne demek göğsüm çok ağrıyor?” dedi. Boyun fıtığından dolayı ağrıdığını söyledim. Olmaz öyle şey, deyip hemen, kardiyoloji uzmanını çağırdı. Geldi doktor, bana sorular sormaya başladı. “Sigara içiyor musun?” diye soruyor, Ben de, “Günde üç dört paket sigara içiyorum.” diyorum. “Egzersiz yapıyor musun?” “Yok canım ne egzersizi. Bizim uyumaya bile vaktimiz yok.” diye cevap veriyorum. Yıllardır tereyağdan başka yağ yemediğimi de söyledim. Yani ne kadar olması gereken sıkıntı, yapılmaması gereken şey varsa hepsini söyledim. Doktor, “Hemen anjiyo yapmamız lazım.” dedi. “Ne anjiyosu? Boyun fıtığından dolayı ağrıyor.” dedim fakat gün içinde anjiyoya soktular. Hiçbir şey çıkmadı anjiyoda. İlk orada anjiyomu oldum. Tabii sonra hastanede çok muayene oldum. Özellikle Banu çok titizdir hakikaten. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Her zaman telefon eder, Mehmet Abi’yi Check-Up’a sokun, şuraya götürün, şunu yapın gibi şeyler, söyler. Sağ olsunlar benimle de çok ilgilenirler. En son katarak ameliyatlarımı Güven Hastanesinde oldum. Eşim de birkaç defa ameliyat oldu. Oğlum yıllarca Güven Hastanesinde çalıştı. C ve D Blok’un ilavesinden önce hastane daha bir kompakt daha farklı bir yapıdaydı. Tabii yine de ne kadar da işin içinde olsanız, Güven Hastanesi şöyle güzel oldu gibi beğenileri duyduğunuz zaman çok mutlu oluyorsunuz. Herkes son derece beğeniyordu. O zaman, mesleki öz güveniniz artıyor. Yaptığınız işten daha çok keyif alıyorsunuz.

7-Güven Sağlık Grubunun başladığı nokta ile geldiği noktayı kıyasladığınız neler söyleyebilirsiniz?

Yeni bir hastane yapılması fikri, sanırım Aysun Hanım’dan çıkan bir fikirdi. Tabii Banu’nun da bunda çok etkisi var. Biz projeleri çalışırken şimdiki A Blok’un güney cephesinde 5 katlı eski bir bina vardı. Sanırım Toprak Mahsulleri Ofisinin lojman binasıydı. Ahmet Bey’in kafasında orayı korumak ve bu tarafta da orayla bağlantılı bir hastane yapmak, varmış. Biz de arsanın tamamına bir hastane yapmayı düşünüyoruz. Aysun Hanım’ın da Banu’nun da düşüncesi bu yönde. Özellikle Banu bu konuda çok etkin. Biz projeyi bitirip belediyeden tasdik ettirdik. Bina yıkılmaya başlandı. Fakat Ahmet Bey’in binanın yıkıldığından haberi yok. Banu da bu hikayeyi zaman zaman anlatır. Akşamüzeri ben de şantiyeye geldim. Ahmet Bey’in sesi geliyor.

Eski binanın arka tarafında Banu’nun odası vardı. Aysun Hanım da zaman zaman orada oturuyordu. Aşağıya indim. Ahmet Bey çok sinirli bir şekilde, “Benim binamı nasıl yıkarsınız?” diye bağırıyor. Bina yapılmaya başlayınca Ahmet Bey’in de hoşuna gitti. Doğru bir karar olduğunu kabul etti. Hatta binanın inşaatı bitti -A Blok’tan bahsediyorum- açıldı. Beş altı ay sonra Aysun Hanım aradı, “Mehmetciğim bana uğrayabilir misin?” dedi. “Olur, uğrarım.” dedim ben de. A Blok’un, C Blok ile birleştiği yeri düşünün. Orada Nüket Hanım’ın oturduğu bir oda var. Aysun Hanım orada oturduk, sohbet ediyoruz. Aysun Hanım çok üzgün ve endişeli, “Galiba bu hastane yürümeyecek.” dedi. O zamana kadar Güven Hastanesi; poliklinik hizmeti vermeyen, dışarıdan doktorların geldiği ve sadece cerrahi hizmet verdiği, 40 yataklı, yalnızca acil servisi olan küçük bir yerdi. Büyük bir hastaneye dönüşmesiyle masrafları çok arttı. Doktor sayısı çok fazla oldu. Poliklinik hizmetleri, hemşire hizmetleri, destek personeli derken personel sayısı çok arttı. Yani çok sıkıntılıydı Aysun Hanım. “Çok borçlandık, nasıl yapacağız?” dedi. Ben de kendisine aynen şunu söyledim: “Aysun Hanım hiç merak etmeyin. Altı yedi ay sonra bana, ‘Memetciğim biz hangi taraftan arsa, bina almaya çalışalım?’ diye soracaksınız. Ben şimdiden söyleyeyim. Alttaki binayı (şimdiki C Blok’un olduğu yerdeki bina) almaya başlayın. Çünkü bizim merdivenimiz bu tarafta. Böylece iki binayı birbirine bağlamak daha kolay olur. Bakın bunu yaşayacaksınız ve almaya başlayacaksınız. Altı ay daha sabredin.” Aysun Hanım, altı aydan daha kısa bir süre sonra bana telefon etti, “Sen ne kadar temiz kalpli bir insansın. Dediğin çıktı. Aşağıdaki binadan iki tane daire aldım.” dedi. Hastane kendini hızlıca toparladı. Poliklinik hizmetleri duyulmadığı için gelen giden hasta yoktu. Poliklinik hizmetleri duyulmaya başladığında gelen hastalar çoğaldı. Sonra C Blok’un olduğu arsa alındı. Bir gün de Ahmet Bey telefon etti. Bir yaz günüydü sanırım tam hatırlamıyorum. “Eve giderken bize uğrar mısın? Aysun ile seni bekliyoruz.” dedi. Akşamüzeri Beysukent’teki evlerine gittim. Bahçenin arka tarafında sedir ağaçları vardı. Ufak bir masa koyup, Aysun Hanım ile birlikte oturmuşlar. Beni de misafir ettiler. “Üstteki arsayı ben almak istemiyorum fakat Aysun Hanım almak istiyor. Onlar benim arkadaşlarım. Arkadaşlarımı oradan kovmak istemiyorum. Sen ne düşünüyorsun?” dedi. Vicdani yönü de çoktu Ahmet Bey’in. Halbuki Aysun Hanım, oradan iki daire almıştı. Bana söylemişti, “Ahmet’e söyleme” demişti. Ahmet Bey’in haberi yoktu. Ben de Ahmet Bey’e, “Oradan almanız gayet uygundur. Çünkü doğrusu o. Bir at düşünün. Şu an üç ayaklı. Orayı alırsanız dördüncü ayağınız tamamlanır. Tam olursunuz.” dedim. Peki, dedi. Birkaç gün sonra arayıp, “Bunlara arkadaş dedik fakat inanılmaz fazla para istiyorlar.” dedi. Dört daire için 1 milyon 200 bin lira istemişler. O zamana göre çok büyük para idi. Sonra sanırım 1 milyon 100 bine almıştı. Yine bir konuşma sırasında, “Nasıl yapacağız?” diye sordu. “Nasıl yapacağız, diye bir şey yok. İsterseniz buraya 10 katlı bina yapın.” dedim. Laf olsun diye böyle bir şey söylemiştim. Şimdiki C Blok’un olduğu yer için “Nasıl olur?” diye sordu. “Olmayacak bir şey yok. Belediyeye müracaat edelim. Bir proje sunalım. 10 katlı isteyelim, emsal artırmaya gidelim. Vermezlerse vermezler. Bizi öldürecek halleri yok ya.” dedim. Bir proje hazırladım. Şimdiki A Blok’un üzerine yuvarlak toplantı salonunu falan koydum. Bir maket yaptım. Raporları hazırladım. Kanun gereği, belediyelere plancıların imar planı sunmaları gerektiği için projeyi kendi imzamla sunamadım. Hilmi Bayramoğlu’nu çağırdık, belediyeye o sundu projeyi. Proje onaylandı fakat biz Ahmet Bey ile biraz atıştık. Bu yüzden C Blok’un projesini yapmadım. Zannediyorum, Abdi Güzel ile konuşmuşlar. Rahmetli Arhan Abi öldüğü gece bana telefon etti. “Bana projeyi neden yapmıyorsun?” diye sordu. Rahmetli Arhan Abi ile iki saat konuştuk telefonla. Ondan sonra Bülent Özgür aradı. O da ısrar etti, “Biz perişan oluruz. Sen yap.” dedi. Ona da anlattım. Ertesi sabah, Arhan Abi’nin vefat ettiğini duyduk. Aysun Hanım da birkaç defa aradı fakat ikna olmadım. Çünkü Ahmet Bey ile anlaşamıyoruz. Abdi Güzel hastaneyi bilmediği için sanırım başka bir mimar arkadaşa devretmiş. Hastane inşaatında çalışmak başka bir şey, hastane projelendirmesinde çalışmak başka. O arkadaşta başka biri ile anlaşmış sanırım beraber yapmışlar. Bir gün Aysun Hanım rica etti, üçümüz oturup konuşmuştuk. İnşaatın başlayacağı zaman Aysun Hanım inşaatı yönlendirmem için rica etti. Kıramadım, kabul ettim. Kısa bir süre sonra Aysun Hanım rahatsızlığından dolayı Ahmet Bey ile birlikte Amerika’ya gitti. Ahmet Bey iki ay sonra döndü sanırım. Çok üzgündü tabii. Bir gün yine ben akşamdan, şurayı şöyle yapın falan, diye müteahhit ile konuştum. İnşaat için demir geldi ve ertesi gün başlayacakları üzerine anlaştık. Sabah geldim. Bir baktım demir orada öylece duruyor. Hiçbir çalışma başlamamış. “N’oldu niye indirmediniz” dedim. Ahmet Bey’in “İndirmeyin” dediğini söylediler. “Ahmet Bey’in bildiği bir şey değil ki.” dedim. Demir paslı olduğu için Ahmet Bey’in geri iade edeceğini söylediler. Demire bakıyorum, demir olması gerekenden daha güzel. İnanılmaz derece sinirlendim. Sanırım canım da çok sıkkındı o gün. Banu’yu aradım, “Baban benden daha iyi biliyor. Benim burada olmama gerek yok.” dedim ve gittim. Ondan sonra da bir daha da uğramadım. Bir gün İsmail büroya geldi. Aysun Hanım’ın Mevlana nazarlığı vardı. Banu o nazarlıktan alıp yollamış, Mehmet Abi mutlaka buraya gelsin bir baksın.” demiş. “Yok. Ahmet Bey ile biz birbirimize gireriz.” dedim. İsmail’i gönderdim. Banu birkaç defa telefon etti, büroya geldi. Sonra hastaneye gittim, Ahmet Bey kapıda karşıladı beni. “İnşaatı dolaş, sonrasında oturup konuşalım.” dedi. Yukarı katlara bir çıktım. İnanılır gibi değil. Kapı seviyesinde tavanlar… İnsan, “Nasıl olur böyle?” diyor. Neyse indim aşağıya, “Ne diyorsun?” dedi. Ben “Anlamadım, tavanları neden bu kadar alçak yaptınız?” dedim. Asma tavanlar yapılmış, bütün klimalar takılmış. kanallar bitmiş. Her şey bitmiş. Ahmet Bey, “Düzelir mi?” diye sordu. Belli bir noktaya gelir ama bunların hepsini sökmeniz lazım dedim. “Kaç santim kazanırız?” dedi. 20-25 santim, yerine göre 30 santim kazanılabilir.” dedim. “Bir santim bile kazanıyorsan, kır hepsini.” dedi. Ahmet Bey’den öyle bir şey duyunca gözlerim yaşardı. Peki, dedim. Hepsini kırdık maalesef. Çok büyük şeye mal oldu. Bütün kanallar, tavalar söküldü. O zaman, Belgin Koz bakıyordu. Belgin’e, “Asma tavanları neden böyle yaptınız?” diye sordum. Nedeni de son derece basit, fancoil cihazlarını pencereden üfletmek için böyle yapmışlar. “Projeci buraya koymuş fancoil cihazlarını. Projede böyle olduğu için ben de oraya koydurdum.” dedi. Son derece basit aslında. Projeci oraya koydurmuş olabilir. Gerekirse ararsın, projeciye sorup değiştirirsin. Oradan buraya geldik. Benim gördüğüm, A Blok’un yapılmasındaki ana finansman B Blok’tur. B Blok, A Blok’u yapmıştır. Tabii ki hepsini değil; borçlandıklarını, kredi kullandıklarını biliyorum. C ve D Blok’u da A Blok finanse etmiştir. Çok maceralı bir şeydi.