Prof.Dr.İsmail Ağırbaş Röportajı

Güven Tarihçe sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
Prof.Dr.İsmail Ağırbaş

Prof.Dr.İsmail Ağırbaş

“İyi ki Güven Hastanesinde çalışmaya başlamışım”

İsmail Ağırbaş, 30 yıllık kariyer yolculuğunun sadece 3 yılını Güven Hastanesinde yürüdü… Fakat Ağırbaş için Güven’in izi hiç silinmedi. 30 yıldır sağlık yönetiminin gelişimi ve sağlık kurumlarına nitelikli yöneticiler yetiştirmek için emek veren, oldukça başarılı bir akademik kariyere sahip Prof. Dr. İsmail Ağırbaş’tan Güven’i ve Güven anılarını dinledik.

1-Kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben Prof. Dr. İsmail Ağırbaş. 14 Mart 1966 yılında Tunceli’de dünyaya geldim. 14 Mart tarihine özellikle dikkat çekmek istiyorum. Çünkü Tıp Bayramı. Bu nedenle olsa gerek ki kendimi bildim bileli sağlık sektörünün içindeyim. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Yönetimi Bölümü mezunuyum. Şu anda Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümünde çalışıyorum. Meslekte 30. yılımı bitirdim.

2-Güven Sağlık Grubunda çalışmaya nasıl ve ne zaman başladınız?

30 yıllık çalışma hayatımın 3 yılını Güven Hastanesinde geçirdim. Şöyle ki üniversiteyi bitirdikten sonra yüksek lisans için sınavlara girdim ve kazandım. Başlayabilmem için iş bulmam gerekiyordu. O zamanlar internet çok aktif olmadığı için gazetelerden iş ilanlarına bakardık. Bir gazetenin cumartesi ekinde, hatta unutmuyorum 22 Eylül 1990 tarihli ekte, Güven Hastanesine resepsiyon memuru alınacağını okudum. Hastaneyi aradım. Telefonu, daha sonra birlikte çalışacağım Ayten Hanım açtı. İlan için aradığımı söyleyince ;“Doktor hanım çıktı. Pazar günü de olmayacak, pazartesi sabah gelin görüşün” dedi. Doktor hanımdan kimi kastettiğini bilmiyorum tabii. 24 Eylül sabahı saat 8 buçukta heyecanla hastaneye geldim. Tabii çok telaşlıyım “Ya benim yerime başka birini aldılarsa” diye. Eski 5 katlı bina, adresimiz Paris Caddesi No:58 Kavaklıdere. Aysun Hanım saat 10 buçuk gibi geldi. Girişten sola dönünce küçük bir başhekimlik odası, sağda ise resepsiyon vardı. Hasta kabul, muhasebe hepsi bir aradaydı. Aysun Hanım çalışanlarına “evladım” diye hitap ederdi. Ahmet Hoca ise “yavrum” derdi. Odaya girince Aysun Hanım; “Buyur evladım otur.” dedi. Evladım demesi çok hoşuma gitti. Samimi bir söylemdi. Heyecanım da biraz yatıştı. “Söyle evladım.” dedi, “Hocam ben Hacettepe Üniversitesini bitirdim, yüksek lisans sınavlarını kazandım. Bunun için çalışmak istiyorum. Çünkü iş bulamazsan eğitimime devam edemeyeceğim. Ekonomik durumum da iyi değil. Kendi kendimi finanse edecek durumum da yok. Fakat benim gece çalışmam lazım çünkü gündüz derslerim var.” dedim. Sanki işe alınmış gibi pazarlık ediyordum. Bunun üzerine derslerimin ne zaman başladığını sordu. Bir hafta sonra başlayacağını söyleyince; “İyi bir hafta gündüz çalış, derslerin başlayınca geceye dönersin.” dedi. Hocam başka hiçbir şey sormadan beni işe kabul etti. Muhtemelen benim eğitim hayatım hocayı etkiledi. Muhtemelen “Çocuk okumak istiyor yardımcı olalım” diye düşünmüş olabilir.

31 Aralık’ta öğrencilerimizle birlikte yılbaşı kutlaması yaptık. Çocuklar, “Hayatta unutamadığınız bir şey var mı?” diye sordular. Düşündüm düşündüm Güven Hastanesine işe giriş anımı anlattım. Çünkü o an dünyanın en mutlu insanı bendim. İşe kabul edildiğim için master eğitimime devam ettim. Eğer o gün işe kabul edilmeseydim, belki bugün profesör olamayacaktım. Benim için gerçekten dönüm noktası oldu.

3-Güven Sağlık Grubunda çalıştığınız süre boyunca hangi görevlerde bulundunuz?

Gece nöbetleri tam bir gece idaresiydi. Telefona, muhasebeye, hasta kabule bakıyorduk. Elektrik kesildiğinde gidip jeneratöre baktığımı bilirim. Her şeyi yapıyorduk yani. İyi ki de yapmışız. Çok şey öğrendik oradan.

4-Güven Hastanesinde unutamadığınız bir mesleki anınız var mı?

Çok… Unutamadığım anılardan birini anlatayım. O dönemlerde hastane polisi, güvenlik görevlileri falan olmadığı için adli olaylara karışan insanlar, özel hastanelere gelirdi. Yılbaşı günleri de en sıkıntılı nöbetlerin olduğu günlerdi. Bir yılbaşında da gece nöbeti bende. İşe başlayalı da daha iki ay olmuştu. Herkes de o gece nasıl geçecek, bir olay olacak mı diye merak ediyor. Ben de gerginim tabii. Gece saat 11 civarında bir teyze geldi, “Evladım, kendimi iyi hissetmiyorum. Tansiyonuma bakar mısınız?” dedi. Nöbetçi hemşire, teyzenin tansiyonunu ölçtü. Teyze, “Borcum ne kadar?” diye sordu. Ben de “Siz bu yılın ilk hastasısınız. Sizden para almayalım.” dedim. Kadın mutlu oldu. O kadar dua ederek ayrıldı ki hastaneden. Sabaha kadar da başka hasta gelmedi. Sabah herkes sordu, yılbaşı olaylı mı geçti falan, diye. Teyze nasıl bir dua ettiyse o gece ne bir olay yaşandı ne de başka bir hasta geldi.

Nöbette olduğum bir gece de, sabaha karşı 4 gibi bir hanımefendi, kucağında köpeği ile geldi. “Evladım yavrum çok hasta, buna bir enjeksiyon yapın.” dedi. Ben de “Yavrun kim?” diye sordum. Hanımefendi kucağındaki köpeği gösterdi. Köpek de çok hastaydı gerçekten. Hanımefendiye, “Veterinerliğe gitmeniz lazım.” dedim. Kadın da haklı olarak “Bu saatte veterineri nereden bulayım?” dedi. Safura adlı bir hemşire vardı, onu çağırdım. İndi aşağı, köpeğe baktı. “Buna enjeksiyon yapılacak.” dedim. Safura Hanım da sağ olsun yaptı. Hanımefendi enjeksiyon parasını verdi ve gitti. Parayı aldım ama hasta kaydını girmem lazım. Ne köpeğin adını biliyorum ne de sahibinin. Ben de kafama göre bir sanatçının adını yazdım hasta kayıta. Ertesi sabah, Aysun Hoca’m aradı. “İsmail evladım, hastaneye tanınmış biri geldiğinde bir daha bize haber ver olur mu.” dedi. Benim de aklımdan çıkmış olay, kim geldi acaba, diye düşündüm. Sonra hatırladım ve Aysun Hanım’a durumu izah ettim. Aysun Hanım bana kızmadı. Aslında o sanatçının adını yazdığım için haklı olarak kızabilirdi, “İyi yapmışsınız. Güven Hastanesine gelen biri geri çevrilmez. Ama bir daha hasta kayıta böyle bir şey yazma. Başımız derde girer, bize dava bile açabilirler.” dedi. Haklıydı da. Ben de bir daha böyle bir şey yapmadım. Benim için eğlenceli bir anıdır. Öğrencilerime de hala anlatırım.

Herkesin birbirini tanıması çok güzeldi. Şefimiz Metin Abi vardı. “Metin abi sen nereden mezunsun?” dediğimizde “Ben hayat üniversitesinden mezunum kara oğlan.” derdi. Ben esmer olduğum için bana “kara oğlan” derdi. Bir yılbaşı günüydü, Ahmet ve Aysun Hoca İtalya’ya tatile gitmişti. Bir şey sormak için onları aramamız gerekti. “Metin Abi, sen yurt dışı arama işlerini iyi yapıyorsun. Aysun ve Ahmet Hoca’yı arar mısın?” dedim. Metin Abi kaldıkları otelin resepsiyonunu aradı ve telefonu açan çocukla anlaşmaya çalışıyor. “Oğlum, bizim Ahmet Hoca ile Aysun Hoca’yı bağla, işimiz gücümüz var” diyor. Resepsiyondaki çocuk İtalyanca, Metin Abi Türkçe derken anlaşamadılar. O zamanlarda ben Fransızcayı iyi konuşurdum. Resepsiyondaki çocuk da Fransızca biliyormuş. O şekilde anlaştık da bağlattık odayı. Ama Aysun Hanım ve Ahmet Bey odada yoklarmış o yüzden ulaşamamıştık.

İşe yeni başladığımda Metin Abi, “İsmail senin gündüz derslerin var. Haftalık iznini ne zaman kullanmak istersin?” diye sordu. Sormayabilirdi, herkes hangi gün izin kullanıyorsa benimkini de o zamana yazabilirdi. Ben de Çarşamba gününe istedim. O yüzden Çarşamba günlerini çok severim. Benim için uyku günüydü.

5-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel sizin için ne ifade ediyor?

Türkiye’de zamanla özel sağlık sektörü çok değişti. Özellikle 2000’li yıllardan sonra çok fazla özel hastane açıldı. Bu hastanelerin mülkiyetlerine baktığımızda, başka sektörlerden sağlık sektörüne geçtiklerini ya da sağlık sektöründe para kazanıp yatırımlarını başka sektörlerde yaptıklarını görebiliriz. Güven Hastanesinin bir özelliği var. Güven Hastanesi, sağlık sektörü içerisinde doğmuş, sağlık sektöründe büyümüş, bu alanda gelişen ve yatırımlarını sağlık sektöründe yapan bir hastane. Bunun da mimarları rahmetli Aysun ve Ahmet Hoca’dır. Ben toplam çalışma yaşamımın yüzde 10’unu Güven Hastanesinde geçirdim fakat hala orada edindiğim tecrübeyi ve bilgi birikimini akademik hayatımda kullanabiliyorum. Demek ki Güven Hastanesi, Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel iyi şeyler bırakmışlar.

6-Dr. Aysun Küçükel ve Dr. Ahmet Küçükel ile olan bir anınızı kısaca anlatabilir misiniz?

1991 yılında Koroner Anjiyografi ünitesi kurulacaktı. O dönem hastane imkanlarını artırmak için finansal olarak çok zorlandılar. Anjiyo cihazı alındı, ekip kuruldu ve sistem çalışmaya başladıktan sonra Ahmet Hoca her gece mutlaka arar, “Yavrum yarın kaç tane koroner anjiyografi var?” diye sorardı. Ben de mesela, “sekiz tane var hocam.” diyordum. “Gözlerinden öperim, iyi nöbetler.” deyip kapatıyordu telefonu. Bir iki gece sonra yine arayıp kaç tane koroner anjiyografisi olduğunu sorduğunda, “İki tane var hocam.” dediğimde şak diye telefonu kapatıyordu. Tabii, sekiz tane olması iyi bir şey iki tane olması ise hastane için kötü. Çünkü çok yatırım yapıldı. Doçent olduğum dönemde aynı zamanda görevlendirme ile Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesinde Başhekim Yardımcılığı yapıyordum. Hastanede, klinik tabanlı muayene analizleri yaptığımız bir çalışma gerçekleştiriyorduk. Bütün kliniklere, anabilim dallarına gidip analiz sonuçlarını anlatıyor, geri bildirimde bulunuyoruz. İlk kliniklerimden biri anestezi idi. Anesteziye gittim. İbni Sina Hastanesinde çalışan hocaların çoğu Güven Hastanesine gelirdi. Adnan Hoca, Orhan Hoca, Altan Hoca, Handan Hanım hep gelirdi. Neyse, ben sunumumu yaptım bitirdim. Necmettin Ünal Hoca vardı, “İsmail hoca tamam anlattıkların doğru da çözüm ne, nasıl yapacağız?” dedi. Ahmet Hoca’nın bu anısı geldi aklıma. Ahmet Hoca’nın sekiz koroner anjiyografi olduğu zaman telefonu memnun kapattığını, daha az koroner anjiyografi olduğunu söyleyince telefonu memnuniyetsiz bir şekilde kapattığını, size anlattığım gibi onlara da anlattım. “Bunun adı verimliliktir.” dedim. Rahmetli Ahmet Hoca bilmiyordu tabii verimlilik olduğunu. “Koroner anjiyografi cihazında sekiz tane hasta olduğunda cihaz verimli çalışıyor, 2 tane hasta olduğunda cihaz verimsiz kalıyor. Sizin de yapmanız gereken veriminizi artırmak.” dedim. Derslerde literatürler mevcut. Mesela yönetsel roller ve beceriler var. Yani bir yöneticinin oynaması gereken roller bir de sahip olması gereken beceriler vardır. Bu becerilere örnek olarak teknik beceriyi, kavramsal beceriyi gösterebiliriz. Bir de insan ilişkileri becerisi vardır. İnsan ilişkileri becerisi bütün yöneticilerde olması gerekir. Güven Hastanesinde çalıştığım dönem muhasebeye de destek veriyorduk. Muhasebeden sorumlu Orhan Öztürk adlı bir arkadaşımız vardı. Onunla faturaları derler toplar, mesela Emeksan’a teslim ederdik. Gelirdik, Ahmet Hoca’ya “Hocam faturaları teslim ettik.” derdik. Hocanın ilk işi “Yavrum hele bana Emeksa’nın genel müdürünü bağlayın.” demek olurdu. Emeksa’nın genel müdürünü arar, “Canım hiç gelmiyorsun, gel sohbet edelim.” gibi tatlı dille sohbet ederdi. Kimi zaman bu konuşma beş dakika sürer, kimi zaman on dakika sürerdi. Konuşmanın bitimine doğru, tek cümle olarak “Bizim çocuklar faturaları getirmiş, onlarla bi ilgilenesin.” derdi. Bakın bu insan ilişkileridir. Bir hafta sonra para bizim hesaplara geçerdi. Bu da her zaman kullandığım bir örnek. Sonra, Ahmet Hoca bir dönem hastanede yatmıştı. Çok zorlanmıştık o dönem. Milletvekili olduğu için çok ziyaretçisi geliyordu. Bize de “İçeriye kimseyi almayacaksınız.” demişlerdi. Ama o kadar yoğun ki yetişemiyorduk, bazıları bizi dinlemeyip direkt geçiyorlardı. Hocanın yanına gittiklerinde ise, bizi almadılar, diye şikâyette bulunuyorlarmış. Çok sonradan öğrendik Ahmet Hoca da “Yeni işe başladı. Kovacağım o soytarıyı. Siz merak etmeyin.” diyormuş. Bunları kendi aramızda konuşup gülerdik.

Hastanede geniş kapsamlı bir tadilatın olduğu dönem Aysun Hanım’la yaşadığım bir anıyı hep anımsarım. Tadilattan dolayı hastanenin her tarafında odun parçaları vardı. Hastanenin biraz yukarısında da Almanya ve Amerika elçilikleri var. İnsanlar orada sabahlara kadar, vize için bekliyorlar. Bir gece de hastanenin önündeki odun parçalarını götürdüklerini fark ettim. Üşümüşler, ateş yakmak için almışlar odun parçalarını. Ben de, odunları vermedim ve insanları gönderdim. İnsanlar da gitti tabii. Bu olayı rapora yazdım. Ertesi gün Aysun Hanım aradı, “Evladım tahtaları ver. O insanlar sabaha kadar donuyorlar orada. Bırak, götürüp yaksınlar. Hastaneye zarar gelmez.” dedi.

7-Güven Hastanesi sizin için ne ifade ediyor?

Ben, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Yönetimi Bölümü mezunuyum. Okulu da dereceyle bitirmiştim. Üniversitenin dördüncü sınıfında, bana bir hastane verseler çok güzel yönetirim, diye düşünürdüm. Çünkü teorik bilgilerimiz var, Her şeyi çok güzel öğrenmişiz. Fakat Güven Hastanesinde çalışmaya başlayınca o işin öyle olmadığını öğrendim. Teorik ile uygulamanın çok farklı olduğunu gördüm. Mutlaka uygulama kısmının teorikleşmesi gerektiğini öğrendim. O zamanlar Güven Hastanesinde haftanın 6 günü çalışıyorduk. Oradan çıkıp derse gittiğimi, 4-5 saat uyuyup geri nöbete geldiğimi hatırlarım. Gerçekten çok yorulduğum ve zorlandığım zamanlar oldu. Haftanın bir günü iznim vardı. Onu Çarşamba gününe denk getirmiştim ben. Haftanın tam ortası birazcık uyuyayım diye. Ama geri dönüp baktığımda, iyi ki Güven Hastanesinde çalışmışım. O zaman yorulduğum, bunaldığım, sıkıldığım çok zamanlar oldu. Hatta hiç uyumadan nöbete geldiğim zamanlar oldu. Ama şu anda bir öğretim üyesi olarak o dönemdeki uygulamaları, derslerde örnek olarak gösterebiliyorsam, demek ki benim için çok iyi olmuş. İyi ki Güven Hastanesinde çalışmaya başlamışım. Güven Hastanesi yerine bir kamu hastanesinde başlamış olsaydım sadece belli bir alanda uzmanlaşırdım. Hiçbir yerde jeneratör çalıştırmazdım mesela. Gece çalışmanın bir avantajı vardı. Şu anda bile bir hastanenin ameliyathanesine giremeyiz. Ama gece çalıştığımız için ameliyathaneye de girerdik, yoğun bakıma da. Bunlar mesleği öğrenme açısından bizim için oldukça önemli şeylerdi. Gerçekten çok şey öğrendik.

8-Güven Sağlık Grubunun başladığı nokta ile geldiği noktayı kıyasladığınız neler söyleyebilirsiniz?

Güven bir aile şirketi. Aile şirketlerinde birinci kuşaktan, ikinci ve üçüncü kuşaklara gelindiğinde bazı sıkıntılar çıkabiliyor. Biz başladığımızda, “Paris Caddesi, No-58, Kavaklıdere, Ankara” diye geçerdi Güven Hastanesi. O zamanlar 40 yataklı, toplam 55-60 çalışanı olan küçük bir hastane idi. Şu an ise, 1500 çalışanı olan, 250 yataklı, ulusal düzeyde tanınan, JCI akreditasyonu olan bir hastaneye dönüştüyse eğer, bu değişime “bir başarı hikayesi” diyebiliriz. İnsanlar için de kurumlar için de “Bir insanın ya da bir kurumun en zayıf yanı en iyi noktasıdır.” denebilir. Yani Güven Hastanesi bugün bu durumdaysa, bu en zayıf olduğu dönemdir. Bundan sonrası daha da iyi olacak demektir. O yüzden iyi yönetmek lazım. Bu da artık ikinci kuşakların görevi.

Varsa eklemek istedikleriniz…

Çok teşekkür ediyorum size. Nostalji yapmış olduk. İyi ki Güven Hastanesinde çalışmaya başlamışım. Güven Hastanesinde çalışırken öğrendiklerimi daima akademik hayatımda kullandım. Güven Hastanesinin ulusalı aşarak uluslararası bir marka olarak sağlık sektöründe varlığını devam ettirmesini diliyorum.